SALAKLAR DERNEĞİ

26.01.2021 11:30

Kişi Okumuş

0 Yorum

SALAKLAR DERNEĞİ

Fatma Işık Kaya

90’lı yıllarda İzmir’in Dikili ilçesinde SALAKLAR DERNEĞİ vardı. Üyeleriyle röportajlar yaparlardı sık sık. Salaklığı aptallıkla karıştırmamak gerekiyormuş. Salak; haddinden fazla iyi niyetli, haksızlığa da uğrasa, kazığı da yese bu özellini koruyan, yeniden, yeniden kazıklanacağını, haksızlığa uğrayacağını bile bile baş koyduğu yolda karınca misâli ufak adımcıklarla yürüyen saftiriklere deniyormuş. Eğer hâlâ duruyorsa, ben o salaklar derneğine başkan olacak hâtunum valla. Gelmişim 54 yaşıma. Gözler kör. Otur, keyfine bak dimi? İlle de birşeylerle uğraşacağım. Yok müzik, yok yazı, yok şiir, yok resim. Ülke şartlarında kimse bana takmıyor ama ben pür devam. Çok sevdiğim o güzel şarkıdaki gibi “Belki birgün, birgün diye, beklerim ümit ile.”
Diğerleri neysede şu resim var ya resiiimmmm!… Ömrümü yiyor çıtır çıtır!… Hadi görsem neyse. Alırım boyalarımı, otururum masama, çizer, boyarım. Benimkisi binbir çile. Boyalarımı renklerine göre ayırdığım saksılarım yetmeyince her rengin ikişer, üçer saklama kabı oldu. Öyle kimileri gibi yalnız karakalem, yalnız kuruboya, yalnız pastel de çalışmıyorum. Canına yandığımının yağlıboya ve mürekkep gibi zor boyalar hâriç hepsinin tadına bakıyorum. Bazen Mavi kutusuna, Kırmızı, Sarı kutusuna Yeşil kaçıveriyor. Benim suçum yok tabii. Boyalar çok yaramaz ne yapayım?… Annem, babam onların yaramazlığını benim üstüme atıp, kızıyor dikkat etsene diye. Hele birde onca uğraştan sonra vücûda getirdiğim eserciğimi bir görene gösterip: “Bu ne?… Birşeye benzetemedim.” yanıtını aldığımda… Düşünün artık ruhcağızımın hâlceğizini. Yâni kısacası, hiç yoktan başımı ağrıtıyorum keyif çatmak dururken.
Bu tatlı belâyı başıma canımdan çok sevdiğim, doğuştan görme engelli, dünyaca ünlü, dâhi ressamımız Eşref Armağan Hocam sardırdı. Hem de hiç haberi olmadan. Göz rahatsızlığımın sinir bozucu bir şekilde, sinsi sinsi ilerlemeye başladığı 80’li yılların sonlarında, bir gazete haberiyle tanıdım sevgili Hocamı. “Kaz uçar da lâz uçmaz mı?.” diyerek kendini boşluğa bırakan fıkradaki Karadeniz’li misâli, “Kör resim yapar da, biraz gören yapmaz mı?.” diyerek işe koyuldum. ve bugünlere geldim. Önceleri masa lâmbamın aydınlığında, hasta gözlerimi kısarak, alnımı kırıştırarak, bu durumun neden olduğu başağrıları içinde çizip, boyarken,gözlerimin ihânetinin son haddini bulması sonucunda ister istemez hiç görmeden yapmaya başladım resimciklerimi.
Geçenlerde, annemle bir kutu kuruboya aldık. Hani şu en kalınlarından. Satan kız arkalı, önlü dedi. Ben sandım ki kutu iki taraflı, altısı arkada, altısı önde. Eve bir geldik, amaniiinnn!… Kalemler iki renkli. Yarısı başka, diğer yarısı başka renkte. Yahu, hadi yaptınız, bari aynı rengin açık ve koyu tonlarını birleştirin dimi. Olmaaazzzz!… Yarısı Beyaz, yarısı Mavi. Yarısı Sarı, yarısı Yeşil. Birkaçının ucu da kırık üstelik. Geri götürdük, almadılar pisler. Uçlarını benim kırdığımı sandılar birde. Eeeeee, bu kör nasıl kullanacak şimdi boyacıklarını?… Tutturdum; “bunların ortalarından kesilmesi gerek” diye. Babam; ben bıçakla ikiye ayırırım dedi. Sevindim. Aldı annemin ekmek tahtasını ve en büyük bıçağı. Oturdu masaya, başladı kesmeye. Ikındı, sıkındı, kolları koptu ama sonunda başardı. Sonra da; diğerleriyle uğraşamayacağını, gücünün kalmadığını söyledi. Eeeeee; boyalarım n olacak?… Ben onları kullanmazsam kurtlanırım be. Aldım kendim gibi körleşmiş makasımı. Körleşmiş dediysem kumaş, ip falan kesmiyor. Kâğıt, şu, bu rahat. Aldım elime birde kalem, kucağıma da bir tepsi. Başladım makasla yavaş, yavaş kesmeye. Evire, çevire makası dolandırdım kalemin etrafında. En sonunda da, iki elimle bir kıvırdım, çaaatttt!… Sonra diğerlerinin sırayla îcâbatına baktım. Boyalarımla birlikte Makasımı da kırdım, ellerimi acıttım, siz sağ, ben selâmeeettt. En sonunda da kırık, dökük boyacıklarımı her renge ayrı ayrı tahsis ettiğim kutu ve saksılara, annemin yardımıyla yerleştirdim. Çıkan çöpelleri toparlamak ise işin ikrâmiyesi oldu. Kucağımda tepsi de olsa, bir körün etrafı kirletmeden birşey kestiği duyulmuş mudur?… Şimdi diyeceksiniz ki: “Neden sen de oturup, baban gibi ekmek tahtası ve bıçak kullanmadın a kadın?…” Arkadaş ben körüm. Diğeri de adı üstünde BABA. Ortalama bir Türk ailesinde, hangi baba göz göre göre görmeyen çocuğunun eline koca bıçağı almasına izin verir?… Bu çocuk 50’sini geçmiş bile olsa. Hemen her işi gizli, saklı yaparak öğrendim ben.
Şu anda annemler televizyon başında izledikleri her neyse kahkahalarla gülüyorlar. Alıp örgümü, ben de onlara katılsam ya. Oturmuş, bilgisayar başında yazı yazıyorum. Üstelik, boyalarımın acıttığı ellerimi dinlendirmeyi bile düşünmeden.
Salağım ben salaaakkkk!… Hem de en katmerlisinden. Mutlaka araştıracağım. Eğer dernek hâlâ oradaysa, Dikili’ye yerleşmeyi bile düşünebilirim.

Fatma Işık Kaya (Fadime)
8-Ekim-2016-Cumartesi.

İlgili Terimler :

YORUMLAR