Dinin İnsanı ve İnsanın Dini!

Genel - 31 Mayıs 2024 00:03 A A

Hasan Kanaatlı

h.kanaatli@hotmail.com


YAZI ARŞİVİ


Bu konuya dair bir teori kurabilir ve tenzir de bulunabiliriz! Tabii ki “teori” başta kurulmaz, en sonda kurulur!

Teori”yi oluşturmadan (yani tenzirde bulunmadan) önce, “talili/illiyeti” (sebep sonuç arasındaki ilişkiyi) iyi kurmak lazım! Örneğin şöyle diyebiliriz: “İyi bir insan olabilmek için, iyi bir fıtrata sahip olmak lazım!” İşte sebep sonuç ilişkisi böyle kurulur!

“Talil”den önce de “Tedlil”i (delillendirmeyi) iyi yapmak lazım. Yani söylediğiniz şeyin gerekçelendirilmesi gerekir! Mesela örneğini verdiğimiz;” İyi bir insan olabilmek için iyi iyi bir fıtrata sahip olmak lazım” sözünü şöyle gerekçelendirebiliriz:

-“İyi bir fıtratımız vardır, iyi yaratılmışız, dolayısıyla da iyi bir insan olduğumuz için elimizde iyi bir gerekçe vardır!”

“Tedlil” dedikleri şey, bir süreçtir, fakat bütün bu dediklerimize (yani tenzir, talil ve tedlil’e) başlamadan önce, ilk başlamamız gereken şey “tarif”tir!

Şimdi gelelim ele aldığımız başlığın tarifine:

Başlığımız: “Dinin İnsanı ve İnsanın Dini” dir! Yani dünyada iki tür din vardır. Biri “insanın dini”, diğeri de “dinin insanı”!

Diyebiliriz ki tüm dönemlerde yer yüzündeki insan sayısı kadar “din/yol” vardır. Örneğin şu anda dünyada 8 milyar insan yaşıyorsa, 8 milyar da birbirinden farklı dini algı, düşünce ve eylem vardır. Bu farklılıklar bir yönüyle nimet, bir yönüyle de arizadır. Yani farklılıklar; tekamüle vesile olması nedeniyle birer nimettirler, ariza oluşları ise, onların birer nimet olduklarını algılanmayanların, dogma olduğu algısına kapılıp, toplum içerisinde onların savaşını verip ariza yaratmalarına vesile olmalarıdır!

İşte burada peygamberlerin önemi ortaya çıkıyor! Yani toplum içerisinde bu durumlardan dolayı ne zaman bir ariza ortaya çıkmış ise, peygamber gönderilmiştir!

Daha doğrusu, insanlığın içerisinde bulunduğu bugün, onun dününün sonucudur. Bugün, insanlığın vardığı bu nokta, daha önceden döşenen yolların onları getirdiği noktadır!

Fakat peygamberler insanoğluna şöyle bir yol gösterdiler:

-“Geçmişinizin sizin geleceğinizi kurmanıza yardımcı olabilmesi için, onun tümünden değil de, bir kısmından kopmanız lazım!”

Yani insanın bildiği “evrensel değerlerden” kopmanıza gerek yoktur. Adalet, merhamet, hakkaniyet vs. gibi şeyler evrensel değerlerdir, bunlardan kopmayınız! Fakat adaletin, hakkaniyetin, merhametin, eşitliğin ve özgürlüğün en üst formu ve birbirinden farklılıkları olabilir. Ama özde hepsi de biridir! Örneğin “adalet” özdür ve dünyanın her tarafında vardır, ama biçimi ve uygulaması farklıdır. Yine öyle uygarlık ve medeniyet dünyanın her tarafında vardır, fakat biçimleri ve forumlarında farklılıklar mevcuttur!

Bu da tıpkı insanın özü gibidir. Bu öz, hepimizde vardır. Ama her bir insanın form biçimi birbirinden farklıdır!

Özü kaybetmediğiniz müddetçe biçimini değiştirebilirsiniz. Onun için geleceğe ve yeniliğe açıklık, insanın doğasında vardır, ama “öz” korunmalıdır!

Dolayısıyla, diyebiliriz ki peygamberler geldiklerinde insanların edindikleri “din” için, 3 türlü muamelede bulunurlar: “Islah”, “İmha” ve “İbka”. Yani peygamberlerin ıslah olmalıdır (düzelmelidir!) dedikleri şeyler vardır, “İmha” edilmelidir dedikleri şeyler vardır ve “İbka” olmalı (kalmalı) dedikleri şeyler vardır!

Bunların tümüne değil de bazılarına işaret edebilirim. Örneğin “imha” ile ilgili şunu söylemek mümkündür!

Mesela günümüzdeki topluluklar içerisinde “imha” edilmesi gereken şeyler vardır. Onlardan birisi de karşıdakileri kendin gibi görmemek, empati kurmamak, hem hal olamamak durumudur. Dünyayı kendi etrafında dönüyor zannetmektir! Kısacası benliğin her türlü formunu yok etmektir!

Gerçek şu ki, günümüzdeki en büyük hastalıklardan birisi de budur! Yani “egoistlik” hastalığıdır! Söz konusu hastalık şayet elinde çok güçlü silahı bulunan bir milletin ya da uygarlığın eline geçerse, ikinci dünya savaşı gibi savaşları, katliamları, Gazze vs. gibi savaşları yaratacağı kaçınılmazdır. Yani tekil bir kişi hasta olursa sorun olmaz, fakat “bencillik” bir uygarlığın hastalığına dönüşürse, o zaman insanlık kan-revan içerisinde kalır! Çünkü insanoğlu ateş ile kanı ve merhamet ile sevgiyi buluşturma kabiliyetine sahip bir varlıktır!

Fakat insandaki Yaratıcı tarafından ona bahşedilen o kabiliyet, şayet olduğu gibi karşılığını bulabiliyorsa ona “Poztif kabiliyet”, şayet bulamıyorsa, ona “negatif kabiliyet” denilir! Örneğin Kuran şöyle haber veriyor:

-“Sonra kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan (kullardan) kendisine zulmeden var, onlardan orta halli olan ve onlardan Allah’ın izni ile iyiliklerde (başkalarından) öne geçen var. İşte büyük lütuf budur!” (Fatır: 32)

Yani Kuran, peygamberlerin ümmetlerini 3 gruba ayırıyor. İlk grup (kendilerine zulmedenler) zaten açıktır. Onlar, kendilerine zulmetmişlerdir! İkinci grup (orta yolu tutanlar), kabiliyetli insanlardırlar. Fakat kabiliyetlerini hiçbir şekilde artı değer yaratmak için kullanmayan tiplerdirler. Örneğin aklınız vardır, kabiliyetiniz de vardır! Sorulsa ki aklın zekâtı nedir? Denilir ki her malın zekâtı kendi cinsinden olduğuna göre, aklın zekâtı da düşünmek, soru sormak, sorgulamak, tenkit etmek ve eleştirmektir!

O halde, şayet bir yerde eleştir-tenkit-kritik varsa, orada kriz vardır demektir! O da şu demektir: Yani bir insanın midesi sancılanıyorsa, bu güzel bir işarettir. Midenin iyice kötüleşmesinden önce, hemen gidip doktora baktırınız demektir!

Yani şayet bir yerde kritik (eleştiri) varsa, anlayın ki orada toplumsal bir kriz vardır! Oraya gidip onu çözmeye gayret sarf edilmelidir!

Kısacası, toplumsal ağrının var olduğunu gösteren şey, kriterdir (eleştiridir!) İslam toplumunun en önemli hastalığı, kritizeye tahammül etmemektir. Böylece bin yıldan fazladır ki, neresinin ağrıdığını bilmeden ve ağrıyan yerini hiç görmeden ölüp gidiyorlar! Bu durum, hayli bir zaman daha devam edeceğe benziyor!

Söylediğim bu şeyler, günümüzde altı çizilmesi gereken şeylerdendir! Niçin böyle olduğumuzla ilgili bir tek bunu bilsek bile yeterlidir!

İslam toplumunun düştüğü yer, kritere/eleştiriye tahammülünün olmamasıdır! Eleştirinin dini, imanı ortadan kaldıracağı ve bunun bir zındıklık, küfür, inkâr, irtidat olduğu gibi şeylerle yargılandığı görülmektedir!

İslam dünyasından Azudiddin el-İci (kelam alimi) şunu söyler:

-“Bir masaya oturduğum zaman, o masada önümde bulduğum her şeyin sağlam mı çürük mü olduğuna baktıktan sonra onu dolaba koyuyorum! Yani eve getirdiğim poşetteki elmaları, portakalları dolaba yerleştirirken sağlam mı değil mi, o yönüne bakmadan onları dolaba yerleştirmiyorum!

Bana kadar üretilen bütün argümanların (düşüncelerin) doğruluk değerini sorgularım! Bunun adı “tahkik”tir! Tahkikin kökünde “hak” vardır! Yani onun hakikat değerini sorgulamak.”

Bu sözün aynısını Batıdaki İskoçyalı feylesof David Hume da söylüyor!

David Hume diyor ki, bana kadar gelen felsefenin bütün ürettiği ne varsa hepsini “hakikat sorgulamasından” geçiririm. Tutarsız sorgulaması varsa, onu masanın üzerinden süpürür atarım!

Bu sorgulama tekniği sonucu, Kant şöyle der:

-“Beni dogmatik uykudan uyandıran adam, David Hume’dir. Yani ben o zamana kadar ve onun bu fikriyle tanışmayana dek uykudaymışım! Bundan olsa gerek Kant, Alman aydınlanmasının sloganı olarak şunu söyledi; “kendi aklını kullanma cesaretini göster!”

Yani Kant’a göre aydınlanma, “kendi aklını kullanma cesaretini göstermektir!” Çünkü bizler, farkına varmadan hep başkasının aklını kullanıyoruz!

Demek ki, orta çağın temel özelliği “akıldır” (!) Modern çağın temel özelliği ise, “özgür irade”dir(!)

Fakat şunu da unutmamak lazım:

-“İnsanlar size özgür irade vermezler. “Ben şöyle düşünüyorum, şunu seziyorum!” dediğiniz zaman, içinde ait olduğunuz aile, ait olduğunuz din, ait olduğunuz toplum size der ki, “sen kimsin?” ve konuyu gittiği yere kadar götürürler!”

Özetlersek; “dinin insanı”, hem akıl hem de özgür irade ile geleceğini kuran insandır! “İnsanın dini” ise, kendi tipine ve çapına göre farklılıklar arz ettiğinden, tek tip değildir!

Hafızayla ilgili şöyle denir: Hafıza ortamı ve hafıza mekânı diye bir şey vardır! Örneğin; gelecekle ilgili bir kurgu ya da konuşma yaptığımızda, bu bizler için bir hafıza yaratıyordur ve buna “hafıza ortamı” denir!

Hafıza mekânı ise; “ölmüş, bitmiş, artık işlemi olmayan bir şeyi gidip olduğu yerde onu yad etmektir!” Örneğin bir türbeye gidersiniz ve orada o türbenin sahibini yad edersiniz!

Din; ilerilerde ya yad edilecek tatlı hatıralarla dolu bir hafıza mekânı olacaktır ya da hafıza ortamı olarak, hafızayı kuran ve insanlığın hafızasını Kur’an-ı Kerim ve ona hizmet eden bir enstrüman olarak iş görecektir. Bu da tamamen bizim kuracağımız kavramsal çerçeveyle alakalıdır! Bunun en güzel örneği de insanı özgür bırakmaktır.

Kur’an-ı Kerim Mümin suresinde Firavun’un ailesinden olan bir mümin ile ilgili şu örneği verir:

-“Firavun ailesinden imanını gizleyen bir mümin (Firavun ailesine şöyle dedi):”Rabbim Allah’tır” dediği için bir adamı mı öldüreceksiniz?! O, Rabbinizden size apaçık deliller getirmiştir! Eğer yalancıysa, yalanı kendisine ait. Eğer doğru söylüyorsa, vadettiklerinden bir kısmına uğrarsınız…” (Mümin: 28)

Yani, bir insan (bu nebi de olabilir, bir beşer- hadi de olabilir) gelip de size bir şey söylediği zaman, ne diye hemen adamı boğmaya, susturmaya çalışıyorsunuz?

Aslında bu cümleyi adamın ağzından bize aktaran Allah’tır ve bu hayat kurtaran sözü söylüyor!

Adam diyor ki; “onun söylediği söz, şayet doğru ve yararlı ise, biz de ondan yararlanırız! Şayet yalan-yanlış ve kötü bir söz söylüyor ise, zaten kimse o kötü söze sahip çıkmayacağı için o söz unutulup gider. Dolayısıyla bırakın söyleyeceğini söylesin adam!

İşte bu, yaşam ilkesidir! Dolayısıyla bir adamı dinlerken, bu adam dinli-dinsiz-doğulu- batılı olup olmadığı boyutlarına bakmamak lazım. Söylediği söz doğru ise, yararlanmaya çalışmalıyız, şayet kötüyse, onu susturmaya çalışmamak lazım, çünkü kötüye kimse sahip çıkmayacağı için, onun kaderi zaten yok olmaktır! Kuran’da bu ayet geçtiği gibi imam Ali de onu söylemiştir: “Sözü söyleyenin kim olduğuna bakma, ne söylediğine bak!”      

31Dolayısıyla: Birincisi; özgür iradenin olduğu ve insanlara bu hakkın verildiği bir farklı görüşün kriter yapanlarının bulunması gerek. İkincisi de; şayet ortada bir kritik varsa, orada bir kriz vardır demektir!


 

Genel - 00:03 A A
BENZER HABERLER

HABER LİSTESİ

  • 01
    Peşin hükümlere aldanmak…
    Han Ayvaz Adıgüzel hanayvazadiguzel@gmail.com Osmanlı’da düşünceye ihtiyaç yoktu, Kur’an yetiyordu. Kabul bu idi. Tamam da ama Kur’an’ı elinde tutanlar yetersizdi. Aydının içinde yaşadığı cemiyetin peşin hükümlerini yenmesi zordur. Cesur olmak lazım. Mert ve cesur aydınlar, bu topraklar için bir lütuftur. İhanetin çeşidi çoktur. Aslında peşin hükümler de bir ihanettir. Bundan yakamızı kurtarmamız lazım. Yıllar sonra […]
  • 02
    Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ tutuklandı
    Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan tutuklandı. ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ iddiasıyla gözaltına alınan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, savcılıktaki ifadesinin ardından ‘halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme’ suçundan tutuklandı. Özdağ’ın tutuklanmasına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, sosyal medyadan tepki gösterdi. İmamoğlu, “Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ’ın tutuklanmasını kabul etmiyoruz. […]
  • 03
    Bolu faciası için 1 günlük milli yas ilan edildi
    Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bolu Kartalkaya’da yaşanan ve 66 vatandaşın hayatını kaybettiği facianın ardından bir günlük milli yas ilan edildiğini açıkladı. Bolu’da Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bulunan, içinde tatilcinin bulunduğu Grand Kartal Otel’de yangın çıktı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, hayatını kaybedenlerin sayısının 66’ya, yaralı sayısının ise 51’e yükseldiğini söyledi. MİLLİ YAS İLAN EDİLDİ Cumhurbaşkanlığı Kabine toplantısının ardından açıklama […]
  • 04
    Kartalkaya’da otel yangını: 66 ölü, 32 yaralı
    Bolu’da Kartalkaya Kayak Merkezi’nin tanınan otellerinden Grand Kartal Otel’de gece saatlerinde çıkan yangında en az 10 kişi hayatını kaybetti. Sömestr tatili nedeniyle doluluk oranının yüksek olduğu tahmin edilen 12 katlı ahşap otelde 234 kişinin konakladığı belirtildi. BBC Türkçe‘ye TSİ 11.15 sıralarında konuşan Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, binada hâlâ girilemeyen iki kat olduğunu, AFAD ekiplerinin […]
  • 05
    Merhum Dr. Beşir Doster şiiri
                          MİZAHTAN MERSİYEYE Dr. Beşir DOSTER Hayat sonsuz bir yol değil, biter aheste aheste Felek bir gün sualini, sorar aheste aheste Elin çenene dayalı, dalar gidersin geçmişe Bir hasret karanlığı, çöker aheste aheste Ne derdin anlayan kimse, ne ahval soran olur Tenhalaşır dünyan senin, solar […]