Ölümden Sonraki Hayat (3) Filozofların Görüşleri!
Hasan Kanaatlı
h.kanaatli@hotmail.com
Genel filozofların ölümden sonraki hayat ile ilgili görüşleri şöyledir:
-“Genel filozofların ölümden sonraki hayatın varlığı ile ilgili görüşleri “müspet” tir! Her ne kadar bu filozoflar ile İslam alimlerinin hayatın tasvirinde, cennet, cehennem vs. gibi görüşleri hususunda farklı düşünceleri olsa da yine genel filozoflar “ölümden sonraki hayat konusunu kabul eder ve bununla ilgili ellerinde birtakım delillerinin bulunduğundan da söz ederler! O delillerden 3 ya da 4 tanesini burada zikretmeye gayret göstereceğiz!
Sözünü ettiğimiz filozoflardan ilki “Eflatun” dur! Bilindiği üzere Eflatun, “ruhlar” ve “misal” alemine inanan biridir ve şöyle der:
-“İnsanın “ruhu”, misal, kemal, cemal, hakikat ve ülya/yücelikler aleminden nazil olmuş ve gelmiş şu beden kafesine girmiştir! Beden aynen bir kafes gibi, ruh da bir kuş misalidir! İnsan öldükten sonra onun ruhu, gelmiş olduğu o mekâna (ruhlar alemine) geri döner!”
Bu görüşe; “Eflatun’un bilgi görüşü” denir! Yani bu görüşe göre şu anda bildiğimiz tüm gerçekler, daha önceden ruhumuzda mevcuttu! Fakat ruh bedene girdikten sonra, kendisindeki bildiği tüm hakikatleri unutuverdi ve sonradan da gördüğü şeyler üzerinden, o önceden bildikleri hakikatleri tekrardan anımsamaya başladı ve insandaki bilgiler bu şekilde oluştu!
Biz, Eflatun’un bu görüşünü burada bir giriş olarak naklettik! Onun görüşü; ruhun, bedenin ölümünden sonra baki kaldığı ile ilgili söylediği iki ya da üç delilden birisidir!
Eflatun’un, bedenin ölümünden sonra ruhun baki kalacağına dair öne sürdüğü delillerden birisi de “ruhun soyut olduğu delilidir”! Eflatun şöyle der:
-“Beden öldükten sonra, bir takım maddelerden terkipli olduğu için, söz konusu maddeler birbirinden ayrılmaya başlar ve beden çözülür! Fakat nefis soyut olduğundan, onun çözülüp dağılması tahakkuk bulmaz!”
Yani Eflatun açısından madde, görünen şeydir ve çözülüp fani olur! Nefis; soyuttur ve görünen şey değildir, bundan ötürü de fani değil bakidir! Dolayısıyla Eflatun’un, ruhun baki kalacağına dair ilk getirdiği delil, nefsin/ruhun soyutluğu delilidir! Yani siz, şahsi kimliğiniz olan “ben” sözünü söylediğinizde şu “ben” (şahsi kimlik), bir takım maddi şeylerden mürekkep değildir! Sende yukarı, aşağı, sağ, sol gibi “ene” ler (şahsi kimlikler) mevcut değildir! Yani “benlik”, beden misali farklı organlardan müteşekkil değildir! “Ene” (şahsi kimlik), tümüyle tektir! Hatta ömür boyunca bu “ben”, tek “bendir”! Yani nefis aynı nefistir ve bu da soyuttur!
Eflatun ve diğer birtakım feylesoflara göre nefis, 3 unsurdan terkip bulmuştur! Bunlar “beden”, “ruh” ve “şehvet” tir!
Eflatun açısından “ruh”, akıldır! “Şehvet” bedene tabidir. Beden ölünce, ona tabi olan “şehvet” de ölüyor! Bunlar hakiki nefis değillerdir ama, ondan bir parçadırlar! Kısacası nefis; “akıl”, “irade” ve “şehvet” ten ibaretti. Şehvet ve irade bedene tabidir ve fani olanlar bunlardır, baki kalan şey ise ruhtur/akıldır! “Akıl” soyuttur ve külliyatın idrakidir!
İşte Eflatun’a göre bedenin ölümünden sonraki sonsuz hayatın var olduğunun ilk delili, “nefsin soyutluğu konusudur”!
Eflatun açısından bedenin ölümünden sonra ruhun/aklın bakiliğinin ikinci delili; “külliyatın idraki” konusudur! Yani Eflatun’a göre akıl; “misal alemini” idrak eder! “Misal alemi” de dünya (tabiat) aleminin üstünde bir alemdir! O alem, asla bozulup fani olmaz! Ezeli ve ebedidir! Akıl da bu külliyatı ve hak marifeti idrak ettiği için, bu idrakliliği, onun o yüce aleme ait olduğunu gösterir! Kısacası akıl, her an için fani olacak ve bozulabilecek bir aleme ait değildir!
Fakat insanın sahip olduğu bu bedeni ve yine hayvanlar, bu işleri idrak edebilecek bir cinsten değildirler! Bunlar, misal alemi gibi külli bir alemi idrak edemezler! Bundan dolayı da bedenler ve hayvanlar bütünüyle bozulup yok olacaklardır! Çünkü bunlarda akıl yoktur!
“Misal alemi” ezeli ve kalıcı olduğu için, onu idrak eden de onun cinsindendir! Dolayısıyla buna (akla), “bedenin” ölümünden sonra, onun da sonsuzluk sınıfından olduğu söylenir! Eflatun da bundan ötürü böyle söylemiştir!
Kant’a gelince; Kantın bedenin ölümünden sonra ruhun baki kalacağı ile ilgili “ahlak ekolü” diye bir delili vardır!
Bilindiği gibi Kant, “nazari aklın” metafizik alemi idrak etmesinin mümkün olmadığını söylemektedir! Çünkü ona göre “nazari akıl”, şu maddi alemde hapsolmuştur! Zaman ve mekân üstü şeyleri idrak edemez! Ona göre şu zaman ve mekân dairesi, aklın dairesi dahilinde şekillenmiş bir zaman ve mekandır! Akıl ancak, bu zaman ve mekân dairesi içerisinde bulunan şeyleri tasavvur edebilir!
Kant, buradan hareketle “ameli akıl” konusuna geçiyor ve şöyle diyor:
-“Ancak, “ameli akıl” ile Allah ve ölüm sonrası hayat ispat edilebilir!”
Bu hususta da birkaç noktaya dikkat çekip şöyle diyor:
-“İnsan iki kutuplu bir varlıktır! Kutuplarından biri, madde olan bedeni ve bedeninden kaynaklanan öfke, tefrih vs. gibi şehevi arzularıdır ve bu arzuları da bedenine tabidir, dolayısıyla insanın bu kutbu, sürekli değişkendir ve değişken olması itibariyle de bu boyutuna ölüm sonrası “sonsuz hayat” yazılması mümkün değildir, çünkü değişkendir! İkinci kutbu/boyutu ise, “vicdan” kutbudur! “Vicdan”, yalnızca insanda mevcuttur ve insana has bir boyuttur! Örneğin “ahlaksal vicdan” dediğimiz insana has bu boyut, tüm insanlar nezdinde hissedilir şeydir! Yani tüm insanlar hayır ve şerri idrak ediyorlar! Yine tüm insanlar doğruluğun iyi, adaletin güzel, zulüm ve hıyanetin çirkin şeyler olduğunu idrak etmekteler! Bu duygular, tüm insanların nefsinde mevcuttur!”
Ruh hakkında feylesoflar arasında elbette ki birbiriyle çelişen birtakım görüşler vardır. Onlardan materyalist düşünürler gibi kimileri, “ruh yoktur, nefis vardır” derler! Kimileri de başka görüşler öne sürerler vs.! Fakat vicdan konusunu her kes bilir ve hisseder!
Buraya kadar söylediklerimiz birinci noktadır! Yani filozoflardan kimilerine göre insanda; beden ile vicdan gibi iki kutup vardır! Materyalistler ise; beden ile nefistir derler! İslam feylesofları ve alimleri ise, beden ile ruhu kabul ederler! Bu ihtilaflardan dolayı Kant, “beden ile vicdan” demiş olabilir! Çünkü vicdan her kesin hissettiği bir şeydir! Münkir dahi vicdanı hisseder ve sever! Örneğin birisini “vicdansızlık” ile itham ettiklerinde, o şahıs bundan çık rahatsızlık duyar! “Vicdanlı” demek, yani şerefli, değerli, gayretli ve onurlu insan demektir! Birisine “vicdansızsın” demek, ona şerefsiz, değersiz, gayretsiz ve onursuz demek ile eş değerli oluyor ve ona aynen “hayvan” demek gibi gelir ve bunu ihanet olarak algılar! Oysaki ruh, böyle değildir! Materyalist ve laik kesimden birçoğu “ruh” yoktur der! Onlar da Darwin’in dediğini söylerler ve “insan, evrim geçiren hayvandır” derler!
İkinci nokta da şudur:
-“Filozoflardan kimilerine göre, İnsanda bulunan şu beden boyutu, her gün ve her saat değişim ve dönüşüm gösteren ve bozulan bir boyuttur! Onda istikrar diye bir şey yoktur! Her gün ve her dakika milyonlarca ya da milyarlarca hücre ölür ve yerine yenileri gelir! İnsanın bu beden boyutu büyür, yaşlanır, değişir ve bedeni gibi aklı ve duyuları da gelişip değişiyor ve çeşitli haller alıyor! İşte bedenin durumu budur!
Fakat öteki değerler boyutu incelendiğinde, bunlarda değişkenliğin bulunmadığı söz konusudur! Yani değerler, oldukları gibi sabittirler!
Beden ile nefis arasında bir mesafe olmayabilir! Buna “beden-ruh” ya da “beden-nefis” diyebilirsiniz! Fakat bunlar karışık işlerdir. Ama değerlerin değişken olmadığı ve sabit kaldıkları apaçık bilinen şeylerdendirler! Çünkü bütün insanlar yeryüzüne ayak bastıkları andan itibaren “doğruluğun” güzel, “yalanın” da çirkin olduğu hususunda ittifak içerisindeler! Ayrıca bunlar, asla değişmeyen bilgilerdirler! Yani bunlar bugün ya da bir bölgede “güzel”, yarın ise değişip kötü oldukları kabul edilmiyor! Hatta bazen bir insanın hayatı bir “yalan” yüzünden bile son bulabiliyor! “Doğrunun” değeri, hayatın değerinden bile üstün olabiliyor!
Daha açıkçası değerler, beden gibi değillerdir! Çünkü beden sürekli değişim üzere bir seyir izler! Onda sebat yoktur! Bundan dolayıdır ki Eflatun şöyle der:
-“Misal alemi, sebat (değişkensizlik) alemidir!”
Fakat Kant şöyle der:
-“Misal alemi diye bir şey yoktur! Ahlaksal vicdan alemi (yani değerler alemi) vardır ve o da insanın dahilindedir!” İşte sebat durumu budur!
Üçüncü delil (yani Eflatun açısından ölümden sonra ruhun/aklın baki kalacağının üçüncü delili) Şudur:
-“Beden alemi (tabiat), menfaati celp ve zararı defetme alemidir! “Değerler alemi” ise, zati alemdir! Yani “ahlaki değerler” zatidir! Birisi yalan konuştu mu “neden yalan konuştun” derler. Birisi de doğruyu konuştu mu, doğru konuşmak doğal ve tabii olduğundan ve değerlerin tabiatı da böyle olduğu için ona “neden doğruyu konuştun” demezler!
“Güzellik” ve “çirkinlik” de değerin tabiatındandır! Yani “yalanın” çirkinliği onun tabiatındandır! Ve yine tabii olduğu için hiç kimse babaya “sen neden çocuklarına ilgi gösteriyorsun” demez! Çünkü babanın evlatlarına ilgi göstermesi tabii bir şeydir ve bu, bir ahlaksal sorumluluktur! Fakat baba evlatlarına ilgi göstermez ise, bu hareketi tabii olmadığı için ona “neden çocuklarınla ilgilenmiyorsun” denilir! Demek ki değerler ahlakında onların “zati” şeyler olduğu görülür! Yani değerler, kendi nefsinde (bizatihi) değerlidir, nefsi dışında (arazi) değil!
Kısaca söylemek gerekirse “değerlerin” 4 tane sıfatı vardır: Birincisi “sebata” (değişkensizliğe) sahip olmalıdır! İkincisi “külli idrak/Genel kapsamlılık özelliği bulunmalıdır! (Yani örneğin insanların geneli ittifakla doğruluğun, adaletin, iyiliğin ve sadakatin güzel olduğunu kabul ederler, düşmanlığın, yalanın ve zulmün de kötülüğünü tastık ederler! Dolayısıyla değerler, insanların genelinin kabul ettikleri idrake tabidirler!) Üçüncüsü “Özgür” olmalılar! (Örneğin beden alemi özgür değildir, tabiat ve icbar alemindendir! Yani beden, tabiat yasaları karşısında boyun eğen ve ona tabi olan şeydir! Dolayısıyla da özgür değildir! Fakat değerler, tabiat yasalarının onlara icbar etmesine karşı özgürdürler!) Dördüncüsü, “Yalnızca o üç sıfata sahip olan değerin, sonsuzluğu yaşayacağıdır!” (Yani bir şey değişken olmaz ve sabit kalır ise, onun baki kalma özelliği vardır! Biz, bundan ötürü tüm insanların değil, yalnızca vicdanın ve vicdan sahibi olan birinin, “bedeninin ölümünden sonra” sonsuzluğu yaşama hakkının bulunduğunu söylüyoruz! Çünkü tüm insanlarda “insanlığın özü” bulunabilir, fakat tüm insanlar vicdanlarının sesine kulak vermez, fakat şehvetlerini dinlerler! Örneğin insanların aklı vardır ama, her kes aklına uymaz! Dolayısıyla vicdan ehli ve vicdan boyutu güçlü olan insanlar, sonsuza dek yaşamlarını sürdürürler! Çünkü böyle bir insan bu alemin (tabiat aleminin) adamı değil, başka bir alemin (soyut alemin) insanıdır!
Bu dünya, “tabiat” alemidir! Burada bulunan her şey, tabii kanunlara tabidir. Fakat özgürlük ve sorumluluk, değerler boyutuna aittir. Baki kalacak olan da bunlardır!
Fakat İbn Sina, Sedrü’l- Mütellihin, şehit Sadr vs. gibileri şöyle derler:
-“Nefsin mücerret/soyut olduğunu ispatlamaya gerek yoktur!”
Yani bu hususta materyalistler; “nefis maddedir, bundan dolayı, o da beden öldüğünde onunla ölür ve insandan geriye hiçbir şey kalmaz” diyorlar!
Materyalistlerin bu sözleri karşısında, ismini zikrettiğim İslam alimleri derler ki; “hayır, nefis soyuttur! Soyut olduğu için de (aynen Eflatun’un getirdiği ilk delil gibi) baki kalır ve ölmez! Çünkü soyuttur!”
Ayrıca; her insanda sabit olan bir “ene/şahsiyet” vardır. Yani bu insan 70-80 yıllık ömrünün evvelinden sonuna kadar hiç değişmeyen ve sabit kalan “ene” ye sahiptir. Oysaki onun dışındaki sahibi bulunduğu “bedeni”, sürekli bir şekilde değişim içerisindedir! Demek oluyor ki, sabit kalan bu “ene/şahsiyet”, sürekli değişken olan bedene tabi değildir! Buradan hareketle “şahsiyetin” sabit ve değişken olmayan soyut bir şey olduğunu söyleyebiliriz! Değişken olmadığı için de onun, bedenin ölümünden sonra baki kalacağını da kabul edebiliriz!
İslam alimlerinin (Müslüman feylesofların) diğer bir delilleri de “özgürlük” konusudur! Varlık feylesofları fazlasıyla bu konuya vurgu yapar ve şöyle derler:
-“İnsan; özgür olduğu için tabiat kanunlarının önünde eğilmez! Tabiat alemi, “zaruret” ve “icbar kanunlarının” alemidir! Fakat bu kanunlar insanda tatbik olmaz! İnsanlara ait ekonomik, sosyal, siyasal ve tarihi ilimlere baktığımızda, bunlarda kesin ve sabit (değişken olmayan) durumlar söz konusu değildir! Yani ismini verdiğimiz ilimlerin bilginlerine göre; insanlara ait bu ilimler de kanunlardan ibarettirler, fakat bu kanunlar, kesin olan kanunlar değildirler! Kısacası; fizik ve kimya ilimleri de dahil, insani ilimlerin hiç birisi kesinlik arz etmezler! Çünkü insanda “özgürlük” diye bir şey vardır. “Özgürlük” demek; ben bu alemden (tabiat aleminden) değilim demektir! Ben, başka bir aleme aitim demektir! Başka alem ise, “sabit/kalıcı/değişmeyen” alemdir ve bu da “soyut alemdir!” Yani o şahsiyet baki ve kalıcıdır, bedene boyu eğici değildir! Dolayısıyla; her insanda var olan “nefis” özgürdür ve bundan dolayı da denilebilir ki “nefis soyuttur!”
İslam feylesoflarının bedenin ölümünden sonra “ruhun” baki kalacağına dair getirdikleri delillerinden biri de “idrak/algı” delilidir! (Şehit M. Bakır Sadr “Felsefetüna” isimli eserinin son bölümünde buna genişçe yer vermiştir!)
İslam Feylesoflarına göre “idrak”, madde değil “soyut” bir şeydir! Çünkü insan örneğin koskoca bir dağa baktığında onu idrak ediyor ve o büyüklükteki dağın sureti/şekli, insanın zihninde yer ediniyor! Dolayısıyla denilebilir ki idrak, maddeye boyun eğmiyor! Çünkü idrak, soyuttur! Şayet soyut olmaz ise o büyüklükteki dağın suretinin insan zihnine yerleşmesi mümkün olamaz! Ve yine milyonlarca başka şekil ve suretlerin gelip de insan zihnine bu şekilde yerleşmesi söz konusu olamaz! Kısacası zihnin idrak ettiği o suretlerin ne ağırlıkları zihinde yer ediyor ve ne de şekillerin büyüklükleri!
Örneğin “ateş”, hem çok sıcak hem de yakıcıdır! Fakat zihinde tersim edildiği zaman, onda herhangi bir tahribat bırakmıyor. Bu da şu demektir: “İdrak”; soyut bir şeydir ve maddi değildir! Şayet maddi bir şey olsaydı, ondan o resmi alıp zihninize yerleştirdiğinizde, ateş sıcak ve yakıcı olduğu için, zihninizi de yakıp kül ederdi! (İdrak konusuyla ilgili şehit Sadr’ın “Flsefetüna” isimli eserinde bilgi verilmiştir. Arzu edenler oraya bakabilirler!)
Yalnız bir tek sorun vardır ve o da şudur:
-“İslam Feylesofları der ki, evet nefis soyuttur ve bunun böyle olduğuyla ilgili deliller de güçlüdür! Bu doğrudur! Fakat nefsin soyut olması, onun bedenin ölümünden sonra da baki kalması demek değildir! Yani soyutluk; beka için lazım şartlardandır, ama yeterli değildir! Yani soyut olan bir şeyin ölmesi de mümkündür! Örneğin zihindeki bazı suretler kimi zaman silinip kaybolmaktalar!
Yani merhum Tabatabai, şehit Sadr ve diğerleri nefsin soyut olduğunu iddia ve ispat etseler de fakat nefsin sonradan hatta dünya hayatında bile öldüğü ve silindiği bir gerçektir! Örneğin unutkanlıklar bunun bir örneğidir! İnsan zihnindeki milyonlarca şekillerin unutulması demek, onların ölmesi demektir! Hatta çocukluktaki 2,3,4, yaşlarındaki zihinlerinde kalma hatıraları, büyüdüklerinde tümüyle silinip kaybolmaktadır! Demek ki şekiller soyut olmakla birlikte ölebilirler de! Yani her soyutluk, ölümden sonra hayatın varlığına bir delil teşkil etmiyor!
Evet, kelam alimleri Kuran’dan yola çıkarak ilahi adaletin “ölümden sonra da hayatın devam etmesi gerektiğini ön görmektedir!” derler. Fakat felsefe ilminin Allah ve vahiy ile bir işi olmaz! Bunlar kelam ilminin işidir! Felsefeciler (Müslüman Feylesoflar) için önemli olan, nefsin soyutluğunu ispattır. Fakat bu da yeterli değildir! Yani nefsin soyut olduğu kabul edilse bile, fakat ölümden sonra onun, hayatın varlığına delil olarak sunulması doğru değildir!
HABER LİSTESİ
-
01
Bay-Bayan ve BaykuşHakan Akpınar hakanakpinar227@gmail.com Tarihte yalnızca büyük medeniyetler kurmuş halkların mitolojileri vardır. Çin Seddi’nden Avrupa içlerine kadar uzanan geniş coğrafyayı kendilerine yurt yapan Türkler de sadece bir halk değil, aynı zamanda tarihin en eski ve büyük medeniyetlerinden biridir. Türk Mitolojisi, kökleri tarihin başlangıcına uzanan kadim Türk medeniyetinin eseridir. Cumhuriyetimizin kurucusu olan büyük Atatürk, ülkemizi “muasır medeniyetler” […]
-
02
Gazeteci ve televizyoncu Deniz Arman hayatını kaybetti0 Ünlü gazeteci ve televizyoncu Deniz Arman hayatını kaybetti. Televizyoncu ve gazeteci Deniz Arman yaşamını yitirdi. Arman’ın vefat haberini gazeteci Özay Erad paylaştı. Deniz Arman’ın cenazesi 25 Ocak Cumartesi günü Beşiktaş Vişnezade Camisinde öğle namazının ardından toprağa verilecek. Akciğer kanseri tedavisi görüyordu Usta gazeteci 63 yaşındaki Arman’ın yaklaşık iki aydır Çam ve Sakura Hastanesi’nde akciğer kanseri nedeniyle tedavi gördüğü […]
-
03
Kremlin: Putin, Trump’la görüşmeye hazır* Başkan Trump’ın Ukrayna’daki çatışmayı sona erdirmek için Putin’le görüşmek istediğine dair açıklamaları peş peşe gelirken Kremlin’den yapılan açıklamada Washington’dan somut sinyal gelmediğine dikkat çekildi. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmeye hazır olduğunu ve Washington’dan somut sinyal beklediğini söyledi. Gazetecilerin olası Putin-Trump görüşmesiyle ilgili sorularını yanıtlayan Peskov, “Putin, Devlet Başkanı Trump’la konuşmaya hazır. Biz […]
-
04
Trump Davos’ta: NATO’ya savunma hedefi, AB’ye gümrük vergisi uyarısıTrump Davos’ta, NATO müttefiklerinden yüzde 5’lik savunma bütçesi hedefine uymalarını talep ederken, ABD’de üretim yapmayan şirketleri gümrük vergileriyle tehdit etti. ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’a döndükten sonra yaptığı ilk önemli uluslararası konuşmada, ikinci döneminde ticaret, savunma ya da küresel diplomasi konularındaki tutumunda herhangi bir yumuşama olmayacağını açıkça ortaya koydu. Perşembe günü Davos’taki Dünya Ekonomik […]
-
05
Meral Akşener’in cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı yalanlandıEuronews Türkçe’ye konuşan Meral Akşener’in danışmanı, eski İYİ Parti liderinin cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı iddiaları için ‘Yanlış bile değil, tamamen yalan’ ifadelerini kullandı. Euronews Türkçe’nin Perşembe günü ulaştığı Meral Akşener’in danışmanı, eski İYİ Parti liderinin “siyaseti bıraktığını” belirtti ve cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı iddialarının yalan olduğunu açıkladı. Akşener’in danışmanı verdiği demeçte, “Cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı iddiaları yanlış bile […]