Şeytan var mıdır? Nedir?
Hasan Kanaatlı
h.kanaatli@hotmail.com
İnsanoğlunun kültüründe “şer” diye bir kavram vardır! Bu kavram ile ilgili farklı kültürler farklı yorumlar yapmışlardır. Kimi düşünürler şer kavramı üzerinden Allah’ın varlığına dair şu itirazı yapıp şöyle demişlerdir:
-“Şayet Allah her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten (Cebbar) biri ise ve yine şayet “mutlak hayır” ise, o takdirde şer ve acıların varlığına niçin müsaade etmiştir! Çünkü din alimleri ve Allah’a inanan felsefeciler, Yunan düşünürlerinden de yardım alarak, Allah’ın mutlak hayır olduğunu ve O’nda asla şerrin bulunmadığını söylemişlerdir!”
Allah; kadim kitap Tevrat’da ve Eyyub’un kitabında, insanlara örnek ve ibret olsun diye Şeytan ile Eyyub’un tartışmasını beyan etmiş ve yine Kuran’da da “Eyyub kulumu da hatırla…!” (Sad:41) diye işarette bulunmuş ve Tevrat’ta geçen Şeytan-Eyyub hadisesini anlatmıştır!
Biz Müslümanların kültüründe “Şeytan” ve “Şer” konusu hayli yaygındır. Ayrıca bu konunun kökü hayli derinlere dayanmakta ve dinlerin bütünü içerisinde yerini almaktadır. Kısacası tüm eski dinler bu konuya değinmişlerdir!
Şer konusu tüm dinlerde kimi zaman “şerrin ilahı” başlığı ile ele alınmış, kimi zaman da özellikle de İbrahimi dinlerde direkt olarak “şer” unvanıyla dillendirilmişitir. Örneğin Yahudi, Hıristiyan ve İslam dininde şer, direkt olarak ele alınmış ve bunun kaynağının “Şeytan” olduğu söylenmiştir! Fakat netice itibariyle şerrin kaynağının dolaylı da olsa Allah’a dayandığı da vurgulanmıştır. Bununla birlikte “hayrın” kaynağının da ilah olduğuna işaret edilmiştir. Nitekim putperestlik ve Zerdüştlükte de durum bu şekildedir.
Biz burada hem Allah’a inan filozofların hem ariflerin hem de ulaşabildiğimiz kadar eski inançlardan Tao dinindeki görüşleri de aktarmaya çalışacağız!
Tao inancında “şer” konusu müphemliğini korumasıyla birlikte, Hindu inancında “şer”rin kaynağı olarak “Şita” ya da “Şifya” ismi geçmiştir! Yani Hindu inancında “mutlak ilah” diye bir şey yoktur. Mutlak ilah evreni, insanı ve varlığı yaratandır. Fakat derler ki, bu mutlak ilah, zaman ve mekân dairesi içerisinde tecelli etmek (varlık göstermek) istediğinde, iki ruh şeklinde tecelli etmiştir. Ruhlardan biri “hayır” olarak ki, buna “koruyucu ilah” dediler. (Yani dindarlar buna Rab derler ve “Şinta” adıyla hitap ederler!) Ayrıca da bu “hayır ilahı” ile “şer ilahı” arasında sürekli bir mücadelenin bulunduğuna inanırlar!
Daha açıkçası Hindu inancında ilah tektir, fakat bu tek olan ilah, biri hayır diğeri de şer olmak üzere iki ruh yaratmıştır! Bunların bu inançları İslam dinindeki Habil ve Kabil inancına benziyor. Yani Hinduizm’deki bu inanç, Yahudilik ve İslam’da da vardır. Bu iki dinde de hayrın çocuğu (yani Habil) ve şerrin çocuğu (yani Kabil) olarak geçer!
Zerdüşt dininde de “mutlak ilah” inancı vardır. Onlarda “Ahura-Mazda” mutlak ilahtır ve yaratıcıdır, fakat insanın bu mutlak ilaha ulaşamayacağını söylerler!
Onlara göre bu mutlak ilah’tan ilk sudur eden şey “Allah” ismidir. Allah; geniş bir ruhun suretidir. Mâni inancı da bunu onlardan alıp ikiye bölüyorlar; onlara da “Nurun ilahı” ve “Zulmetin ilahı” diyorlar.
Hatta Zerdüşt dininin bir mezhebi olan “Mecusilik” de de mutlak ilah ikiye bölünmüştür. Onlarda da “hayrın ilahı” ve “şerrin ilahı” diye iki ilah vardır. Buna da “Seneviyye/iki ilah” denilmiştir.
Peki neden inançlar mutlak ilahı ikiye bölmüşlerdir? Diye soranlara, şu cevabı verenler olmuştur: “Çünkü beşerin düşüncede sorunları vardır ve o sorunları halletmek için böyle bir yola başvurma mecburiyetinde kalmışlardır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin de beşerin bu türden sorunlarını çözmek için, onların da ellerinde çözüm yollarının bulunması gerekir.
Zerdüşt dinine mensup olanlar “hayrın ilahı”ndan “şer”rin sudur etmesinin mümkün olmadığını anladılar. Bununla ilgili filozofların da ellerinde felsefi bir kaide vardır ve şöyledir: “Birden ancak bir çıkar!” Yani filozoflara göre de basit (mürekkeb olmayan) birden (ki bu hayrın ilahıdır), ikinci bir şey olan şerrin çıkması mümkün değildir! Bu kaideden dolayı burada sıkışınca artık başka bir ilahın (şer ilahının) varlığından bahsetme mecburiyetinde kaldılar. Fakat galibiyetin her zaman hayrın ilahında olduğunu öne sürdüler.
Yani bunlara göre ilk başlangıçta yalnızca mutlak ilah (hayrın ilahı) vardı. Hatta bu düşünce biz Müslümanların da düşüncesinde etki bıraktı. İslam inancına göre de ilk önce Allah vardı ve o Allah mutlak hayırdır! Sonradan bu Allah Adem’i yarattı, İblis’e de ona secde et dedi, o da etmeyince, hayrın kaynağının karşısında “şerrin kaynağı” olan ikinci bir kaynak (Şeytan) vücuda gelmiş oldu!
Yani Allah Adem’i yaratmadan önce yalnızca “mutlak Hak” var idi, Adem’i yarattıktan sonra Şeytan/İblis ona secde etmekten imtina edince, (dindeki bu düşünceye göre) “şer”, Adem’in yaratılmasından sonra ortaya çıktı ve öyle bir zaman gelecek ki, hayır bu şerre galip gelecektir. Zira Şia ve Sünni inancına göre Hz. Mehdi zuhur ettiğinde, “Yer yüzünü, zulüm ve haksızlık ile dolmuş iken, eşitlik ve adalet ile dolduracaktır.”
Bu inancın aynısı, Zerdüşt inancı müntesipleri arasında da mevcuttur. Onlar da diyorlar ki ilk önce mutlak bir ilah vardı. Sonra o ilah iki ruh yarattı. O ruhlardan biri “hayrın ilahı”, diğeri de “şerrin ilahı”dır! Zamanın sonunda da hayrın ilahı şerrin ilahına galip gelecektir (zafer elde edecektir).
Bu türden inançlar, beşerî sorunları çözmek için birer farazadır ve bu farazalar Zerdüşt inancının mahsulleridirler.
Üç İbrahimi dine baktığımızda, şeytan konusunun tedrici olarak bu dinlere de geçtiğini görüyoruz. Yani daha önceden şeytan sözcüğü bu üç dinde yoktu. İlk dönem Yahudilik dininde ve hatta Kuran’da geçen Musa’nın davetleri içerisinde şeytan ismi mevcut değildir. İlk başlarda Tevrat’taki “Eyyub kitabı”nda onun hastalığa yakalandığında Şeytan’ın ona gözüktüğü geçer, bunun dışında Tevrat’ta yalnızca Musa ile Firavun arasındaki İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkarılması ve onların zulümden kurtulmasından bahsedilir. Bu konu ise, Musa ile İsrailoğullarının Mısır’dan arz-ı mev’ud’a göçü ile sonlandırılır ve Firavun’un boğulmasıyla biter.
Tevrat’ta geçtiği üzere tüm mucize ve şerler Allah tarafından intikal eder. Örneğin Mısırlılara azap olarak gönderilen kurbağa, kanlı su, kıtlık vs. gibi dokuz tane şer, Allah tarafından gönderilir. Dolayısıyla da Yahudilikteki bu anlatıya göre şerrin kaynağı Allah’tır. Yuşa kitabında da sarih bir şekilde şöyle geçer: “Ben Rabbim! Senin ilahınım! Karanlığı da aydınlığı da yaratan benim!” Yani şerri ben yaratmışım.
Bu söz, Kuran’da da mevcuttur! Kimi zaman Kuran bu sözü Allah’a nispet veriyor kimi zaman da Şeytan’a nispet veriyor! Müslümanların genelinin şerden anladıkları da böyledir!
Hıristiyanlıkta da Allah tektir, ama üç boyutludur. Yani onlarda Allah hem üçtür ve hem de aynı zamanda bu üç, tektir. Onlarda Allah; “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh”tan ibarettir.
Yine Hıristiyanlıkta hayrın kaynağı tektir, o da bu üç boyutlu ilahtır. Hıristiyanlıkta “şer” yoktur, “mutlak hayır” vardır. Fakat Hıristiyan dininde de “şer” unsurunu çözmeye ihtiyaç vardır. Bunun için her dört İncil’ de iki veya üç yerde şeytanın ismi geçmiştir. Onlardan biri şudur:
-“İsa, ibadet etmek için çöle gittiğinde, orada şeytan ile karşılaşıyor ve şeytan onu aldatmaya çalışıyor ve onu Allah’a davetten alıkoymaya koyuluyor, ama başaramıyor.”
Hıristiyan inancında Şeytan’ın insanları aldatması diye bir şey söz konusu değildir. İncillerde bu yoktur. Ama bunun tam tersine, Kuran’da şeytan ismi ve onun aldatıcılığı fazlasıyla yer almıştır. Hatta Kuran’da şerler, Allah’a nispet verilmiş ve Allah’ın azap ettiğine bolca değinilmiştir!
Yahudilerde de öyle, onların da “Yahova” diye bir ilahları vardır. Yani o dönemlerde evrenin tek ilahının bulunduğundan söz edilmezdi. Hatta Yahudilerin inancından dahi bir tek yaratıcı ilaha odaklanma diye bir şey yoktu! Onlarda yalnızca “Rab İlaha” (yani İsrailoğullarını eğiten ve sahiplenen İlaha) odaklanma vardı.
Diğer bir ifadeyle; Yahova, İsrailoğullarının “Rab İlah”larıydı, onları seviyordu, onlara “benim halkım” diyordu. Filistinlilere (Kenanilere) de “benim düşmanlarım” diyordu. İsrailoğularını sürekli “Kenanileri” öldürmeye, onlara saldırmaya teşvik ediyordu. Dolayısıyla İsrail oğullarının ilahı olan Yahova, “şer”rin de kaynağıydı! Yani onlar için “hayrın kaynağı” olan ve onları Firavun’un hakimiyetinden kurtaran bu “Yahova”, yine onlara “men/helva” ve “selva/bıldırcın”ı indiren bu ilah, onları suç işlemeğe teşvik ettiği gibi, kimi zaman da kendi halkım dediği İsrail oğullarını edeplendirmek için onlara ceza verip intikam da alıyordu. Örneğin onlara düşmanlarını musallat kılıyordu ve bu şerleri de kendine nispet veriyordu.
Dedik ki, Hıristiyanlıkta Baba-oğul-ruhu’l-Kuds gibi üç boyutlu ilahın tümü de “hayrın ilahı” dırlar. Fakat İslam dininin Allah algısında sorun vardır (Tabi ki Sünni Allah algısını kastediyorum!) Çünkü bu algıda bir boyutuyla Allah “hayır”dır. Fakat Yahudilikten kesp ederek İslam dinindeki kavram ve anlamlardan bir çoğunda “şer”rin de Allah’a nispet verildiğini görmekteyiz. Örneğin “Allah, öldüren ve diriltendir”, “Hidayet eden ve saptırandır.” (İbrahim: 4)
Hıristiyanlıkta ise sapıklık/dalalet yalnızca Şeytan’a hastır! Fakat İslam’da kimi zaman Allah’a nispet verilir! Hatta Allah’a ait isimlerden birisi de “müzill/saptırandır”, “muntakim/intikam alandır”, “el- mütekebbir/kibirli olandır!” Aklen bu sıfatlara teslim olmak mümkün değildir. Çünkü dedik ki felsefi kurallar açısından zati itibariyle tümüyle “hayır” olan bir şeyden “şer”rin sudur etmesi mümkün değildir! Ayrıca yine felsefi kurallar açısından “birden, ancak birin çıkacağını” da söyledik.
Evet, insandan hem hayır hem de şer çıkabilir, çünkü insan iki boyutlu bir varlıktır. İnsanın zatında hem hayır ve hem de şer unsurları vardır. Hayır unsuru akıl, şer unsuru nefistir. Fakat bir şey şayet tek boyutlu ve basit (yalın) bir varlık ise, o takdirde malul, kesinlikle illete benzer.
Örneğin nur, zati itibarıyla güneştendir. Güneş, zati itibarıyla nur saçar. Böyle bir halde iken güneşten karanlığın zuhur etmesi, hakiki anlamda ona nispet verilmez, ancak mecazi anlamda nispet verilebilir!
Yeryüzünde karanlığın ortaya çıkması “mülazemet”tendir (bir nedene dayalıdır). Yani yer küresinin yuvarlak olup, bundan dolayı da güneş tarafına bakan kısmının onun nurundan alıp, bakmayan kısmının da nurdan mahrum kalıp karanlığın ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Yine ölümün, hastalığın, şerrin ve dalaletin de Allah’a nispet verilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı diyebiliriz ki Kuran’da geçen “Allah’ın mudill/saptırıcı” olduğu gibi sıfatlar, arazi sıfatlardır ve mülazemettir, zati ve ayni sıfatlar değillerdir!
Allah’a iman eden filozoflar “şer” konusunu halletmek için üç çözüm yolu bulmuşlardır:
- Kimileri şerri; “hayrın olmaması” olarak yorumlamışlardır. Dolayısıyla “şerrin” bir kaynağının bulunmasına gerek kalmıyor! Çünkü şer, “ademi/yokluk” halidir! Yani hastalık, sağlığın olmaması halidir. Sağlık Allah’tandır, çünkü sağlık bir varlıktır! Varlık olan sağlık yok olunca hastalık ortaya çıkar! Ölüm de hayatın olmamasıdır! Cehalet, ilmin yokluğudur. Demek oluyor ki, şer olarak kabul ettiğimiz hastalık, ölüm ve cehalet, “ademi” şeylerdir ve varlık yok olunca, bunlar ortaya çıkar.
Bizler genelde “şer”rin bir varlık olduğunu düşünürüz. Bundan dolayı da onun bir kaynağının bulunduğunu zannediyoruz. Fakat kimi filozoflara göre şer, hayrın yokluğudur. Bundan dolayı da onun herhangi kaynağa ihtiyacı bulunmamaktadır.
Tabi ki filozofların her bir görüşü için reddiyeler vardır. Örneğin bu görüş için şöyle denilmiştir; “ağrı-acı, hastalık esnasında ortaya çıkan “vücudi” bir şeydir. Acının yokluğunu inkâr etmek mümkün değildir. Acının varlığı, filozofların bu görüşüyle tezat teşkil edebilir!
- Kimi filozoflar da “şer”rin nisbi bir şey olduğunu söylemişlerdir. Yani bir şey biri için şer kabul edilirken, başka biri için “hayır” olarak görülebilir. Örneğin akrebin zehiri insana nispeten şerdir, fakat akrep için hayırdır. Çünkü zehir, akrebin savunma silahıdır. Avcılık malzemelerine sahip olmak canavar için hayır, koyun için şerdir. Arslan’ın dişleri kendisi için hayır, ceylan için şerdir. Demek oluyor ki şer, nisbi bir şeydir, itibari ve zihnidir. Dışarıda mevcut değildir. Yalnızca zihinde vardır. Yani dışarıda “bu hayırdır” ya da “bu şerdir” diyebileceğimiz bir şey yoktur. Ancak bir şey uygulamaya konulduğunda şayet insanın yararına olur ise ona “hayır”, zararına olur ise ona da “şer” deriz. Dolayısıyla bu tür düşünen filozoflara göre “şer”, zihinsel ve düşünsel bir şeydir. Bir şey kimine göre şer, kimine göre de hayır sayılabilir. Örneğin Hitler, Naziler için hayır, İngiliz ve Ruslar için şerdir.
Bu görüş elbette ki dini değil felsefi bir görüştür, fakat İslam alimlerinden kimileri de bu görüşü filozoflardan alıp, bununla da dini düşünceyi savunmuşlardır.
- Kimi filozoflar da “şer”rin , “hayr”ın levazımlarından (gereklerinden) olduğunu söylerler. Örneğin ateş hayırdır, ama yakıp yok etmek de onun gereklerindendir. Ya da örneğin gece/karanlık, gündüzün/aydınlığın lazımesidir. Yani yer küresi yuvarlaktır, bir tarafı güneşe dönük olduğunda, orası nur alır, dönük olmayan tarafı ise, ışığın gereği olarak karanlık olur. Çocuk da öyledir, o da çocukluğunun gereklerini yerine getirir. Toprak yer, hayali işlerle uğraşır, boş konuşur vs.
Şer konusuyla ilgili bir de arif ve mutasavvıfların bakışları vardır. Kanaatimce bunların şerri okuyuşları, taklitçi İslam alimlerinin şerri okuyuşlarından gerçeğe daha yakındır.
Din adamları derler ki, şer konusunda yaratılan İblis söz konusudur. İblis; sonradan yaratılan Adem’e secde etmekten imtina etti. Bundan dolayı da Şeytan oldu. Sonra da Adem’i vasıta kılıp onunla da Havva’yı aldattı ve onların cennetten kovulmasına sebep oldu. Böylece de Allah’ın gazabına maruz kaldı. Yaptığı ibadetleri karşılığında da Allah’tan ömür talebinde bulundu, bilinen o ceza gününe kadar da ona ömür verildi, ondan sonra da insanları aldatmaya meşgul oldu. Bu, dini düşüncelerdeki şeytan ile ilgili okuyuşlardır.
Arifler bu konuyu daha farklı okur ve şunu derler:
-“Kuran’da nakledilen tüm hadiseler, teşbih ve temsil (misallendirmeler) üzerinden nakledilmiştir. Kuran, gaybi manaları insanların zihinlerine, insanlar kolayca onları anlasınlar diye duygu kalıpları içerisinde aktarmış ve onları teşbih/benzetme ve temsil şeklinde izah etmiştir! Yoksa Allah, şeytan diye bir mahluk yaratmamıştır, insanların kendileri kendi alemlerinde bir şeytan yaratmışlardır. Nitekim Sedrü’l- Müteellihin’in hocası olan Mir Damad da böyle düşünmüş ve şunu söylemiştir: “Şeytan’ı Allah’ın yaratması mümkün değildir!” Çünkü dedik ki, Allah; hayrın kaynağıdır! İkincisi; mahlukun halik’e isyan etmesi mümkün değildir! Yani aklen ve mantıken, malulün illetine muhalefet etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla şayet Şeytan’ı Allah yaratmış olsaydı, onun Allah’a muhalefet etmesi mümkün olmazdı. Aynen ateş ile sıcaklık gibi! Sıcağı var eden ateştir. Acaba sıcağın ateşe zıt bir tavır sergilemesi ve onu inkâr etmesi mümkün olabilir mi? Ateş; sıcaklığın illetidir! Malul da kendi illeti ile bir uyum içerisinde olmak mecburiyetindedir. Ona isyan etmesi mümkün olamaz!
Şeytan; insandaki egodur, ego/enaniyet ise toplum tarafından yaratılan bir şeydir. Yani enaniyeti yaratan insandır. Allah ise insan bedeninin organlarını, duyuları ve şehveti yaratmıştır. Bunların tümü ise hayır unsurladır!
İnsanın “hilafetullah” olduğu söylenir. Allah’ın ilk sıfatı da “halik” tir. Dolayısıyla da Allah’ın bu halifesinin ilk sıfatı da “halik”tir! Nasıl ki Allah maddi şeyleri yaratmış ise ve maddi şeylerin tümü nasıl ki Allah’ın mahluku ise, aynen öyle, O’nun halifesi olan insanın da yarattığı “alemi” vardır!
Bizlerin her birimiz, kendi yarattığımız “irtibatlar aleminde” yaşıyoruz! Toplumsal kurallar içerisinde hayatımızı idame ettiriyoruz. Söz konusu toplumsal kuralların tümü de zihinsel/arazi/itibari kurallardır, hiç birisi hakiki değildir! “Bu alemi” (irtibatlar alemi!) yaratan da insanın kendisidir. Diğer bir ifadeyle; zihinsel/arazi/itibari şeyleri var eden insandır! Örneğin devleti, kanunları, toplumsal hayat sistemlerini, sözlükleri, fıkhı, gelenekleri, yasaları, ahlaki kurallar vs. yi yaratan insandır. İnsanın yarattığı bu “mana aleminde” bir de “şeytan” vardır. Yani açıkçası Şeytan’ı var eden insandır. Kısacası insan; şer fikriyle Şeytan’ı, hayır fikriyle de “melekleri” var etmiştir!
Daha açıkçası, ariflerin bakışlarında da Şeytan konusu vardır, fakat bunu Allah’a nispet vermez, insana nispet verirler! Bu, çok önemli bir konudur!
Dini Okumada Şeytan Algısı
Dini okumada Şeytan, “saptırıcılık/dalalet” ile vasıflandırılmıştır! Yani dini okumada Şeytan; bir “din adamıdır!” Çünkü İblis denilen Şeytan, dini okuyuşa göre altı bin yıl Allah’a ibadet etmiştir ve abit bir varlıktır!
Şeytan’a her üç dinde de “din elbisesi” giydirilmiştir! Yani Şeytan her üç dinde de insanı din ile aldatıyor ve Allah’tan insanı uzaklaştırıyordur! Daha açıkçası Şeytan, her üç din açısından Allah tarafından “indirilen dinin” mukabilinde “uydurulan bir din” izah edip öylece insanları Allah’tan koparıyordur!
İblis ‘in ilk sıfatı; “din adamı” olma sıfatıdır! İblis de aynen, İsrail oğulları için o altın buzağıyı yapan Samir’i gibi bir din adamıydı ve o da ibadet ediyordu. Dolayısıyla Samir ’iye “İsrail oğullarının Şeytanı” da denilebilir!
Yahudilerin ilk dönemlerinde onlar için bir Şeytan yoktu. Yalnızca din adamı olan Samir’i vardı. Bu adam onlara altın Buzağıyı yaptı. O Buzağı ’ya tapındı ve “bu, sizin de Musa’nın da İlah’ıdır dedi!” Demek ki Kuran’ın da dediği gibi İblis ’in ilk sıfatı “din adamı” olmasıydı!
İblis ‘in ikinci sıfatı; “eski geleneğe bağlılığıdır!” Yani İblis; “eski adetine bağlı, yeniliklere kapalı ve değişikliklere açık olmayan bir varlıktır!”
Biz, İblis ’teki bu gibi sıfatların varlığını şuradan anlıyoruz:
-“Allah ona “Adem’e secde et” dediği zaman İblis, altı bin yıl Allah’a secde ettiği için, onun bildiği secde ve ibadet şekli buydu! Daha açıkçası; nasıl ki bizim insanlarımızın 1400 yıldır ezberledikleri bir takım fıkhi bilgiler vardırsa ve o bilgilerini değiştirmek istemiyorlarsa, İblis te öyleydi, altı bin yıllık yaptığı amelleri değiştirmek istemiyordu!
Allah Teala Adem’i yarattığı ve ona “Adem’e secde et” dediği zaman, onun için yeni bir dönem başlamış oldu. Dolayısıyla da bu yeni başlayan dönemin yeni hükümlere de ihtiyacı oldu. İblis ise, eski alışık hükümlerin idame etmesini istedi ve bunda da ısrar etti! Yani İblis Allah’tan bu emri alınca ve bu yeni dönem başlayınca, bu döneme uymadı. Allah ise Adem’i yaratıp İblis ’e ona secde et emrini vermekle, aynı zamanda ona yeni bir dönemin başladığını da bildirmiş oldu.
“Senin Adem’e secde etmen gerekir” emri, şu anlama gelmektedir:
-“Yani sen artık bu dönemde insanlığa secde etmelisin. İnsanlardaki “insanlık ruhu”na secde etmelisin!” Bunların tümü Kuran’ın şu ayetinden anlaşılıyor:
-” Ben onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun önünde secdeye varın. (Hicr:29)
Yani ona “insanlık ruhundan” üflediğim zaman, ona secde ediniz!” Onun önünde eğiliniz.
Allah Teala ayette şunu demek istiyor: “Ben bu mahluku (Adem’i) var etmeden önce sizler bana ibadet ediyordunuz. Şimdi ise bu ruha (insanlık ruhuna) secde edin (boyun eğin!)
Bundan dolayı arifler derle ki, “buradaki ruha secde etmekten maksat, insanoğlunda seyreden külli ruha karşı boyun eğmektir! Bu da insanın tüm insanları sevip muhabbet beslemesine vesile olur! Yani Allah’ı sevmek, tüm insanları sevmek anlamına gelir. Beşerin tüm fertlerinde seyreden ruhu sevmek olur. İblis ise bu “ruh-u İlahiye” secde etmekten imtina etti. Yani insanlığın zıddına yer alma tarafını seçti. İnsanlığın zıddı “şer”, insanlık ise “hayırdır!”
İblis ‘in üçüncü sıfatı; yücelmek için hile, yalan, aldatma, yanıltma ve süslü püslü gösterme yollarından dinin hakkaniyet tarafını batıl gösterip ondan istifade etmektir!
Nitekim Kur’an-ı Kerim İblis ‘in Adem’i aldattığında şöyle söylediğinden haber veriyor:
– “Rabbiniz size bu ağacı, sadece melek olursunuz veya ebedileşen kimselerden olursunuz diye yasakladı.” (A’raf: 20)
Bu sözler ile Âdem ile Havva’yı aldattı!
İblis ’in, yani dediğimiz gibi bu “din adamının” ya da “bu değişimi istemeyen gericinin” üçüncü sıfatı da insanları aldatmak için bu söylenilen hile, yalan ve yanıltma yollarından istifade etmesiydi. İşte şerrin kaynağı, bu şekildeki bir varlıktır.
Şimdiki zamanda da şerrin kaynağının ne olduğunu izaha çalışsak şunu diyebiliriz:
– “Şu andaki yeryüzündeki şerrin kaynağı “evrensel Siyonizm’dir!” Yani şu milyarderler, mafyalar, dünyayı kendi hegemonyası altına almaya çalışan güçlerdir! “İsrail” denilen devlet, bu kesimden meydana gelmiştir!
İsrail, aslında Siyonizm düşüncesinin sonucu kurulan bir devlettir ve bu güç, tüm dünyayı olmasa da “İslam coğrafyasını hegemonyası altına almak istiyor!” Hatta batıdaki kimi düşünürler de bu hakikati biliyorlar, yanlış bir düşünce olduğu için, onlar da Siyonizm’e muhalefet ediyorlar.
Fakat bizim İslam ülkelerinde öz Muhammedi İslam’a ve İrfan’ın İslam’ına muhalefet edenler ve yine bu İslam’ın zıddına olan sözde her İslam’ı yayanlar, ona destek olanlar, bunu temsil edenler, eskilerde kalmaya ısrar edenler, bu dinin zayıflamasına destek olanlar, Siyonizm ile aynı hedefi paylaşanlardır. Çünkü öz Muhammedi din, insanlıktan kaynaklanır, şirki terk ettirir, tevhidi/vahdeti yayar, insanlar arasında muhabbeti geliştirir! Fakat bu dini terk edip işi bölücülüğe, teröre, keyfi adam öldürmeğe götüren bir inanca hizmet edenler, böyle olan bir inancı yayanlar, bu şekildeki bir dini destekleyenler, kesinlikle Şeytan’ın özüdürler!
Bizler Şeytan’ın gaybi bir şey olduğunu zannediyoruz. Oysaki ariflerin dediklerine göre Şeytan, insanların ve toplumun vücuda getirdiği şeydir. Avam halkın tasavvur ettiği gibi Şeytan, yalnızca İblis değildir, şu anda bölücülük, zıtlaşma, kin, nefret vs. nerede ve kimde varsa (ki biz bunlara şerrin kaynağı olan Şeytan diyoruz), bu durumlar nerede ve kimler vasıtasıyla gezip dolaşıyorsa, Şeytan odur ve oradadır!
Bence bu türden Şeytanlar, tarikatlar içerisinde ve topluluklar arasında mezhep adıyla geçip dolaşan kimselerdirler. Şeytan’ın resmi sözcülüğünü yapanlar, minberlerdeki ümmet içerisinde ayrımcılık yapan ve kendini dini elbise ile örten din adamlarıdırlar. Bunlar, sürekli bir şekilde halkın zihninde hürafat ve ifsat tohumları ekip dururlar ve yüce İslam dinini heder ediyorlar!
Minberlerde halkın zihnine fitne sokanlar, açıkça söylüyorum Şeytan adına konuşan onun resmi ağızlarıdırlar! Çünkü bunlar, halkın kafasına akılcılığın yerine hurafe tohumları ekiyorlar! İşte bunlar şer kaynağının ta kendileridirler!
Bir düşünelim; bu bölücülüklerin sebebi nedir? Şii-Sünni arasındaki bu kadar bölücülükleri yapanlar, “din adamları” değiller mi? Müslüman alimler dediklerimiz değiller mi? Dini hiziplerin (gurupların) tümüne baktığımızda, reislerinin tümünün de “din adamları” olduklarını görmüyor muyuz? Bunların tümü ya Sünni’dir ya da Şii’dir. Din adına Kiliseleri, Havraları, Sinagogları, Camileri, Hüseyniyeleri bastıran ve insanlar ibadet halinde iken onları katlettirenler din adamlarından başkaları mıdırlar? Şu “mücahit” denilen zavallıların zihnine; “git Kilisede, Camide, Havrada kendini bombayla imha et ve birtakım insanları da yok et, sonra da peygamberle birlikte Cennette yemek yiyeceksin” düşüncesini sokanlar şu “din adamları” değiller mi? Bu suçların tümü, din adamı ve müftülerindir! “Taliban” denilen o cani gurup, tümüyle din adamlarından oluşmuştur!
Kısacası Müslümanlar içerisinde bu fitneleri çıkaranlar ilk önce din adamlarıdırlar ve bunlar da İblis gibi Allah’a ibadet ediyorlar!
İkincis; bunlar da İblis gibi eskiyi değiştirmeye karşı çıkıyorlar ve yeni anlayışlara kapalıdırlar!
Üçüncüsü; diğerlerinin nefretini aşılıyorlar, hile ve aldatma usulüyle insanların aklını çalıyorlar.
İnsanlar arasında en fazla iblise lanet okuyanlar ve ondan Allah’a sığındığını söyleyenler, Müslümanlardırlar! Peki bunun sonucu nedir? Sonucu; onların Şeytan’a en yakın olanlardan olmasıdır!
Bölücülük, katletme, bozgunculuk, terör vs. hep Müslümanlarda vardır. Yani bana lanet okuyun ve hacda beni taşlayın diyen İblistir! Bu da İblis ‘in hilelerinden biridir ve irfan bu konuyu açıklamıştır!
Siyonistlerde de İblis gibi bir hile vardır! Onlar da kendi aleyhlerinde bazı yazılar yazıp, “Siyonistler dünyaya hükmetmek istiyorlar ey dünya halkı!” diye haberler uçuştururlar. Amaçları, dünya halkı içerisinde kendi güçlerini hatırlatmaktır!
İncil’de Hz. İsa (as)’a nispet edilen çok güzel ve hikmet dolu şöyle bir söz vardır! Hz. İsa, öğrencilerine şöyle demiştir:
-“Benden sonra yalancı peygamberler gelecektir! Onları asla tastık etmeyiniz, mucize getirmiş olsalar dahi!”
Öğrencileri demiş ki, “Ya Rab (ey hocamız!): Peki onların doğru olanını nasıl tanıyacağız? Demiş ki: “Onları meyvelerinden tanıyacaksınız! Şayet hayrı, sevgiyi, doğruluğu, barışı, selameti yayıyorsa, o doğru ve hayırlı insandır!
Bu sözden şunu anlıyoruz: Bir insan fakih ve merci de olsa, onun meyvelerine bakmamız lazım. Bunlardan barışı yayıp fitnenin önünü alanlar, toplumsal barış hususunda dünya üzerinde çalışma yapanlar, onların doğru ve hayırlı olanlarıdırlar, tersini yapanlar ise, Şeytan gibi şerrin kaynağını oluştururlar!
Günümüz din adamlarının en güzel meyvelerinden biri, örneğin Şii din adamlarının halifelere ve Sünnilerin mukaddesatına hakaret etmeyi haram ilan etmeleridir. Sünni din adamlarının ise Şiilere Rafızi, sapık, zındık vs. denilmesini haram ilan etmeleridir. Fakat bu durumu ne Şii ve ne de Sünni alimlerde görmek, şu an için mümkün olmuyor. Ümmetin bölünmesinin asıl sebeplerinden birisi de zaten budur! Kur’an-ı Kerim bundan dolayı putperestlerin putlarına sövmeyi (En’am: 108) haram kılmıştır ki, onlar da Müslümanların ilahına küfür etmesinler. Yani Şiiler Sünnilerin halifelerine ve değerlerine sövmemeliler ki, onlar da Şiilere bu hakaretleri yapmamış olsunlar!
İslam’da şöyle bir ahlaki altın kural vardır:
-“Kendine beğendiğini kardeşine de beğen, kendin için beğenmediğin şeyi kardeşin için de beğenme!” (Nehcü’l- Belağa, hutbe :1) Bu altın kural, Kuranda değil Nehcü’l- Belağa’da mevcuttur!
Kısacası şu ana kadar Şii ulemadan ittifak içerisinde halifelere sövmenin haram olduğuna dair bir fetva çıkmış değildir. Bölücülüğün temeli ve kinin esası da buraya dayanmaktadır. Buna rağmen “Sünniler bizim kardeşimizdir” diyorlar. Peki nasıl oluyor da hem kardeş oluyorsunuz hem de kardeşinizin kutsallarına küfürler yağdırıyorsunuz? Ayşe’ye sövüyorsunuz! Oysaki Ayşe, Sünnilere göre peygamberin zevcelerinin en üstünüdür! Temizliğine/iffetli oluşuna dair Kuran’da ayet nazil olmuştur. Buna rağmen din adamları ona sövüyor ve Şii ilim havzaları da ona sessiz kalıyor. İşte en büyük acı budur!
Şia’lık adeta takiye, muta, yalan, hurafe, iftira, lanet okuma ve küfür etme gibi yola dönüşmüştür. Oysaki Şiilik, “insanlık” demektir.
Şia’nın imamı Hz. Hüseyin (as) mazlumlara yardımcı olmak için, tüm varlığını feda etmiştir! Şia’nın imamı Hz. Ali (as), adaleti hâkim kılmak için canından olmuştur. Şia’nın imamı Hz. Hasan (as), ümmetin birliğini korumak için hükümet hakkından vaz geçmiştir! Bu imamların yaptıkları, dünyanın örnek alacağı “insani değerlerin” en yüceleridir! Fakat onların Şia’ları şu gün ne hale gelmiştir! Ayşe’ye söven Şeyh Yasir gibi Şeytan’ın resmi ağızları, yüzlerce milyona varan Sünni’yi, Şia’nın aleyhine ayaklandırmıştır. İnsan Sünni ülkelerine gittiğinde ya da mutedil Sünni ulemayla karşılaştığında, “ben Şia’yım” demeğe utanıyor! Çünkü bu gibi alim kılıklı insanlar Şia için insani bir değer bırakmamışlardır!
Sözün Sonunda Şunu Söyleyebilirim
Asrımızdaki şerrin kaynağı (yani Şeytan), kimi din adamları ve onların yetiştirdikleri “dindar” kesimdir. Örneğin Irak, Suriye, Afganistan vs. gibi yerlerde şerrin kaynağı din ve din adamlarıdır. Bunlar toplumun bu yanlış yolundan el çekmesine ve yeniliklere açık olmasına müsaade etmeyen kimselerdirler. Nasıl ki Yahudilerin Siyonistleri vardırsa, bunlar da Müslümanların Siyonlarıdırlar!
Yahudi siyonistlerin yapmak istedikleri, Yahudilik adına yeryüzünde güçlü bir devlet ikame etmektir. Hertzil ve Siyonistlerin yaptıkları budur. Aynı zihniyet Müslümanlarda da vardır. Sünnilerin Siyonisti “İhvan” dır. Bunlar, dini bir devletin teşkil edilmesi hususunda hayli ısrarcıdırlar. Şiilerin Siyonistleri de “Gulat”tır. Bunlar da dini bir devletin kurulmasında ısrarcıdırlar. Peki İsrail ile bunların “dini devlet” kurmaları arasında ne gibi bir fark vardır? Yani Siyonistler Yahudiler için dini bir devletin kurulmasının zaruretinden söz ediyorlar. İhvan ve Gulat da Sünni veya Şii dini bir devletin kurulmasından söz ediyorlar. Dolayısıyla bunlar da Müslümanların Siyonistleridirler.
Sorulara Cevaplar:
- Dedik ki filozoflar şerri üç anlamda ifade etmişlerdir;
a-) Şer “ademidir”! Bir varlık değildir. Şeytan’ı toplum yaratmış ve insanlar onu icat etmiştir, Allah Şeytan diye bir varlık yaratmamıştır!
b-) Şer “nispidir!” Kimine göre şer olan bir şey, kimine göre hayırdır. Zehir örneğinde olduğu gibi!
c-) Şer, hayrın “levazımı/gereği” dir! Nitekim gece/karanlık da gündüzün/aydınlığın levazımıdır. Yani yer küresi yuvarlaktır. Güneşe taraf olan kısmı nur alır, diğer tarafı ise bu ışığın gereği karanlıkta kalır. Çünkü bu tarafı nur almıyor ve nurun olmadığı yerde de onun gereği olan karanlık oluşur. Çocuk da öyledir! O da çocukluğu gereği toprak yer, yaramazlık yapar ve boş şeylerle uğraşır! Bunları yapmak, onun çocukluğunun gereğidir!
Filozofların bu üç görüşleri içerisindeki üçüncü görüşe göre “şer” vardır. İkinci görüşe göre ise “şer”rin varlığı “zihni” ve “nispi” dir!. Birinci görüşe göre ise “şerrin vücudu yoktur ve ademidir”! Yani; varlık, varlığı itibarıyla tümüyle hayırdır, şer ise “yokluktur!”
2-Birçok İslam vardır. Ulemanın algısındaki İslam, eskilerin anlayışındaki İslam, Taliban’ın anlayışındaki İslam, yenilerin ve yenilikçilerin algısındaki İslam! Fakat şunu söyleyebilirim ki, Taliban’ın algısındaki İslam, tümüyle “şerrin” kaynağıdır! Keza “siyasal İslam” da tümüyle şerdir. Çünkü bunlar da Şeytan’ın görevini yapıyorlar! Şeytan’ın görevi insanlara hakimiyet kurmaktı, bunlar da din üzerinden insanlara hükmetmek istiyorlar!
İmam Ali (as) Nehcü’l- Belağa’daki ilk hutbesinde, peygamberlerin geliş gayesiyle ilgili şöyle bir hikmetli söz söylüyor, diyor ki; (Li yüsiyru fiyhi defainel ukul)
-“Peygamberlerin geliş gayeleri, insanların akıllarında bulunan hazineleri ortaya çıkartmaktır!”
Yani peygamberlerin gönderiliş gayesi, insanlara hükmetmek ve hakimiyet kurmak değildir! İnsanların akıllarını harekete geçirmek için mücadele etmekti!
Peygamberler insanların Mecusi ‘ligine, Hindu’ luğuna, la dinliğine bakmamışlardır, insanları kültür ve inançlarında serbest bırakmışlardır, fakat tevhit dinini tavsiye etmeyi de ihmal etmemişlerdir!
3-Özgür olmayan insan, gerçek insan değil, insan görünümündeki bir varlıktır! Yüz yıl davar olarak yaşayacağınıza, bir gün özgürce yaşayınız. İnsanın insanlığının cevheri, onun “özgürlüğü ve istiklali” dir. Şayet özgürlük ve istiklalini yaşamaz, ona buna tabi olarak yaşar isen, sen insan değilsindir! Bir yıl insanca yaşamayı, elli yıl hayvanca yaşamaya tercih ederim!
4-“Yahova” İsrailoğullarının ilahıdır! Yahudiler de ilk etapta Şeytan fikri yoktu. Dolayısıyla da “Yahova”, hem hayrın hem de şerrin ilahıydı. Bu inanç Kuran’a da aksetmiştir. Yani Kuran’da da birçok ayetler hayır ve şerri Allah’ta toplamışlardır. Biz ise Allah’ı, tüm şerlerden paklayıp temizlemek istiyoruz. Yani indirilen dinde Allah’a şer nispeti verilmez. “Hayruhu ve şerruhu/hayır da O’ndandır şer de O’ndandır” sözü uydurulan dindedir!
Şunu da izah etmekte fayda görüyorum şöyle ki; ilim Allah’a büyük hizmetler yapmıştır. Çünkü dini düşünce Allah’ı depremlerden, afetlerden tenzih etmemiştir ve “bu musibetleri Allah var etmiştir” demiştir! Hatta azabı, çocukların öldürülmesini, kadınların esir edilmesini vs. Allah dilemiştir iddiasında bulunmuştur.
Ve yine dünyada milyonlarca insanın kör, sakat, geri zekalı vs. şeklinde doğmalarını Allah’a yüklemiştir. Oysa ki düşününüz Mersedes Benz fabrikası araba üretiyor! Onun ürettiği arabaların milyonda biri defolu iken, Allah’ın yarattığı insanların %20 si defolu oluyor! Peki bu Allah’ın mutlak kudret sahibi oluşuyla nasıl uyum sağlayabilir? İşte bu, dini algımızdaki Allah’ın noksanlığının göstergesi ve O’nun şerrin kaynağı oluşunun belirtisidir! Çünkü elimizdeki mevcut din bize, “bu durumların tümünün Allah’tan olduğunu söylüyor!
Elimizdeki mevcut dini algımız bize kör, deli, özürlü, ala hastalıklı, bitişik doğan çocuklar, depremler, kıtlıklar, azaplar vs., bunların tümünün de Allah’tan olduğunu söylüyor.
-“Başınıza gelen her hangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder!” (Şura: 30)
Peki, benim oğlumun ölümü bir musibettir, Allah benim suçumdan dolayı bu musibeti bana vermiş ise, oğlumun suçu nedir? Onun niçin canını almış veya özürlü olarak dünyaya getirmiştir!
Kısacası elimizdeki Kuran ve hadis temelli Allah inancı, mücessem bir Allah inancıdır! O Allah’ın yedinci gökte arşı, kürsüsü, eli, ayağı, orduları vardır, yakan yıkan bir diktatördür, cisimleştirildiği gibi, şerrin de kaynağıdır!
İslam nasları O Allah’ı şöyle tarif ediyor:
-“Dirilten, öldüren O’dur!” (Mümin/Gafur: 68)
Yine şöyle tarif ediyor:
-“Allah, dilediğini saptırır.” (Müdessir: 31)
Onlarca ayette Allah’ın “saptırmasından” söz edilir. “Sapkınlık” ise bir şerdir!
Müşrikler diyorlar ki “bir musibet olursa kendindendir”. Kuran da diyor ki, “tümü de (hayır da şer de) Allah’tandır!” (Nisa: 78) Bu akılla bir araya gelinmiyor! Dolayısıyla, bizim Allah’ı tenzihteki maksadımız, yine Kuran ayetleriyle O’nu tenzih etmektir!
Yani diyoruz ki Allah’ın “saptırması” arızidir. Kendisi saptırıcı değildir, Şeytan’ın vasıtasıyla saptırmaktadır! Yine ihya (diriltme) olayı direkt Allah’tandır ama, imate (öldürme) olayı, arızidir (mikrop, hastalık, kaza vs. iledir!) Daha açıkçası tüm şerler Allah’a nispet verilse bile, o şerler bizzat Allah’tan değildir, bil arazdır!
Fakat Kuran’ı tefsir eden din adamları, “ölüm de hayat da Allah’tandır” derler! Evet, bunların Allah’a nispeti olabilir ama, arızi olarak nispeti verilmelidir, zatına nispet verilmemelidir! Hatta dindarlar akıl dışı şeyleri de Allah’a nispet veriyorlar ve diyorlar ki, “geceyi de gündüzü de Allah yarattı!”
-“Geceyi de gündüzü de yaratan O’dur” ( Enbiya: 33) Oysaki gece yaratılmaz! Gece; nurun yokluğundan dolayı ortaya çıkar!
Ve yine diyorlar ki; Allah “gölgeyi” yarattı. Oysaki gölge yaratılmaz! Gölge yokluk işidir. Yani güneşe çıktığınızda bir tarafınızda gölge oluşur. Gölgenin oluştuğu taraf, güneş nurunun bulunmadığı taraftır. Demek ki gölge, yaratılacak bir şey değildir. Yani gölge yokluktur ve yokluk ta yaratılmaz. Şayet bir şey yaratılır ise, o varlık olur! Dolayısıyla bu gibi sözleri Kuran ayetlerinde gördüğümüzde, “mecaz”dan yardım almamız gerekir. Yani onu tevil etmemiz icap eder. Allah’ın arşı, kürsüsü, eli, ordusu vs., bunların tümünün tevile ihtiyacı vardır! Yani Kuran, Arapların ve insanların hayalci anlayışları ve vehimsel algıları üzere nazil olmuştur. Onlar, hakikati idrak edebilecek kabiliyette değillerdi! Bu dönemdeki insanlarda var olan akıl, o dönemin insanlarında mevcut değildi. O dönemin insanları çokça basit düşünüyorlardı ve cahillerdi. Tümü de hurafelere inanıyordu. Fakat bu dönemin insanlarının önüne nasları oldukları gibi koysak, insanlar o naslara kafir olur onları reddederler!
Bu dönemin insanlarına “Allah direkmen saptırır” denirse, “Allah hem şerrin ve hem de hayrın kaynağıdır, Allah; hayır ve şer unsurlarından mürekkep/bileşiktir” derler! Yani Allah iki unsurlu olur ise, O’ndan hem hayır ve hem de şer sudur eder. Fakat tek unsurlu olur ise, O’ndan yalnızca tek şey sudur eder. Bunun için bu dönemde birisi böyle bir akıl ile böyle bir ilaha iman ederse kafir olur!
Hasılı; o dönemdeki insanlar basit düşünceli insanlardı ve davar gibilerdi, hiçbir şeyi anlamıyorlardı. Peygamberler de onlara Aristo mantığıyla konuşacak değildi ya! Onlar anlasalardı, Kuran gibi sade ve basit bir dille yazılan kitabı anlarlardı. Dolayısıyla bizlerin aklımızı dondurmamıza ve ayetleri olduğu gibi anlamamıza hiçte gerek yoktur. Çünkü bu takım ayetlerde geçen kimi sözler bütünüyle küfürdür! “Allah istediğini hidayete ulaştırır dilediğini de saptırır” denildiğinde, bu söz insanın kafasını karıştırır. Oysaki Allah, yalnızca “hidayettir” o kadar!
5-Dini düşüncede Allah temiz/suçsuz değildir! Fakat ilim ispat etmiştir ki şer iki kısımdır. Bir kısmı tabiidir; örneğin sel, deprem, veba ve diğer hastalıklar gibi, bir kısmı ise ahlaksaldır; hırsızlık, hıyanet, kıtal vs. gibi.
İlim Allah’ı tüm şeylerden tenzih etmiştir. Yani ilim, alemin tabii kanun ve kurallar üzerine varlığını devam ettirdiğini ispat etmiştir! Allah’ın bunlara müdahalesi söz konusu değildir!
-“Allah işleri yasallar üzerinden yürütür.” (Usul-ü Kâfi, c.1, s.183, İmam Cafer sadık (as)) Hatta genetik şeyler dahi kanunlar üzerinden yürür! Kör doğumlar, ala hastalıklı doğumlar, genetik sorunlular vs., bunların tümü bir yasa üzerinden hareket ederler. Yani Allah Teala hiçbir şeyi direkt olarak yaratmamıştır, yaratılış ve varlığın tümünü, yasalar üzerinden gerçekleştirmiştir. Baba ve ana arasındaki kromozomlardan mütevellit çocuklar da onlara benzemiştir, depremler de öyle. Her varlık bir yasa üzerine tesis edilmiştir!
Fakat dini düşünceler bunların tümünü de Allah’a nispet verir. Allah imtihan ediyor der. Peki bu kör olarak doğan çocuğun neyini imtihan edecek? Şayet baba-annesini imtihan edecekse, başka bir şekilde etsin, çocuk üzerinden ederse, bu durum çocuğa zulüm olmaz mı?
Şayet kör doğan çocuğu “Allah böyle yarattı” dersek, bu söz, Allah’a zulmü nispet etmek değil midir? Oysaki Allah hiçbir zaman bir çocuğu kör olarak yaratmaz!
Kısacası ilim; bu gibi tabii belaların Allah’ın yaratması olmadığını tespit etti! Depremler, seller, tipiler vs. gibi afetler, bunların tümü de tabii olaylardır ve bir illet/sebep üzerinden hareket ederler. Dolayısıyla da ilim, Allah’ı tüm tabii şerlerden ve genetik belalardan temizlemiştir!
Ahlaki şerlere gelince; bunlar, yalnızca insanlardan kaynaklanır! Örneğin Arap Krallarının halkın malını hırsızlamaları ve ihanetleri Allah’tan değil, kendilerindendir! Dolayısıyla ilim ve felsefeden yardım alarak Allah’ı tüm şerlerden tenzih etmek mümkündür!
Ayrıca Allah, soylu, soysuz, imanlı, imansız tüm insanlarda duyular yaratmıştır ve bu duyuların tümü de hayırdır. Varlığın tümü hayırdır. Fakat insanlar bu varlıkları kimi zaman şer yollarında kullanabilmekteler. Örneğin insanın kendini sevip başkalarını sevmemesi, onda kibirlilik, hırs ve diğer birtakım hastalıkların oluşmasına vesile olabilir. Bunların tümü de insanın ürettiği şeylerdir ve kendinden kaynaklanmaktadır. Bu durumların Allah ile herhangi bir irtibatı söz konusu değildir! Yani insan kendi alemini yaratmıştır. Hayır da şer de insanın kendi yarattığı bu alemde söz konusudur. Dolayısıyla, hayrı ve şerri yaratan da insanın kendisidir. Yani insanın zatının dışında ne hayır vardır ve ne de şer vardır! Adalet ve zulüm de böyledir. Bunlar da insanın yarattığı kendi aleminde mevcuttur, onun dışında mevcut değildir!
Karl Marx’ın dediği “sınıfsal hayır ve şer” de vardır. Yani Marx der ki, bir sınıf önce hayır sınıfı olur, fakat bir zaman gelir ki şer sınıfına dönüşür! O takdirde o sınıfı değiştirmek lazımdır.
Marx’ın dediği gerçektir. Örneğin Mısır el- Ezher uleması ilk önceleri hayır sınıfıydı, şimdilerde ise şer sınıfına dönüşmüştür. Onların da değiştirilmesi lazım!
Hatta dinler dahi öyledir. Bir din saptırılıp şer vesilesine dönüştürüldüğünde, onun da yenilenmesi için Allah, peygamber ve din göndermiştir. Günümüz İslam dininde de kimi itikatların günümüze göre uyarlanması gerekir. Yani artık Eş’ari ve Mutezile’ye ihtiyacımız yoktur. Bunların yol haritaları bundan bin yıl önceyle ilgilidir. Örneğin Kuran yaratılmış mıdır? Allah’ın rüyet (gözüküp gözükmeme) meselesi, Madde olup olmadığı konusu vs., bunların tümü eski konulardandır. Kıyamet, nübüvvet, miraç, vs. gibi konular da bu dönemin akli kıstaslarıyla uyum içerisinde olması lazım. Yani her şey değişim ve gelişim içerisinde seyretmektedir. Akıl, düşünce, toplum kuralları ve insanlar değiştiğine göre, bazı dini düşüncelerin de zamanın şartlarına göre yeni bir bakış açısı ile izah edilmesi gerekir. Çünkü insanların ruh ve ahlaki değerleri de değişmektedir!
6- Şerrin kaynağı ya nefistir diyeceğiz ya da tabii kanunlar olduğunu kabul edeceğiz. Örneğin Allah, ateşi yakıcı olarak yaratmıştır. Ateşe hâkim olan tabii yasa odur! Ateş ile bir insan ya da bir ev yanıp kül olabilir!
Ateşin yakıcılığı, ısısı ve harareti hayırdır. Yani ateşte var olan bu durumların tümü de hayırdır. Bir de o ateşin gerekleri vardır. Yani bir şeyin onun içerisine düştüğünde yanıp kül olması, onun ateş olmasının gereğidir! Bıçak da öyledir. O da hayırdır, fakat bu hayır bazen insanı da kesebilir!
Arifler der ki, Allah mutlak hayırdır ve hayrın kaynağıdır. Şerrin kaynağı ise, tabii kanunlar ile insanın nefsidir. Allah, Şeytan diye bir şey yaratmamıştır. Şeytan, bizdeki enaniyettir! Enaniyeti de biz yaratmışız. Ve yine dinler Şeytan diye bir şeyden bahsetmemişlerdir. Şeytan’ı din değil, fakihler yaratmış ve halka yüklemişlerdir. Yoksa Allah, Şeytan diye bir şey yaratmamıştır!
Kısacası; bir Allah’ın şeriatı vardır ve bir de fakihlerin içtihatlarına dayanarak ürettikleri şeriatları vardır. Fakihlerin, ilim havzalarının ve minberlerin dini, Allah’ın dini değildir, bu din, ulemanın ve dini müesseselerin dinidir!
-
Bugün sözü okurların ve dinleyicilerin yorumlarına bırakalım…
-
Bolivya’da askeri kışlaya saldırı: 200’den fazla asker rehin alındı
-
İtalya’da mafya, Vatikan ve Mossad’ın karıştığı siber komplo hakkında bilinenler
-
ABD’liler seçim bahislerine 123 milyon dolar yatırdı
-
Harris ve Trump arasında yarış: Seçime üç gün kala hangi aday önde?
-
İran’ın dini lideri Hamaney: ABD ve İsrail’e ağır bir yanıt vereceğiz
HABER LİSTESİ
-
01
Bugün sözü okurların ve dinleyicilerin yorumlarına bırakalım…Neşe Doster nesedoster@yahoo.com Bazen çerçeveletilecek değerdeki sözler duyar, yorumlar okur, onaylayan bakışları ayakta alkışları görür, her şeye rağmen devam dersiniz ya! Baskıya yetiştirmek için zamanla yarıştığınız kitaplarınız, kısa bir sürede hazırladığınız ama arkasında geceler boyu çekilen uykusuzlukların, inip çıkan tansiyonun, denetlenemeyen nabız atışının, göz numaralarının artışının yattığı yazılarınız, yani özverinin hâkim olduğu özel bir çaba, […]
-
02
Bolivya’da askeri kışlaya saldırı: 200’den fazla asker rehin alındıMorales’in destekçileri eski başkana karşı açılan davaların geri çekilmesini talep ederek askeri kışlaları ele geçirmekle tehdit ediyor. Bolivya’da eski Devlet Başkanı Evo Morales’in destekçilerinden oluşan silahlı bir grubun Cumartesi günü Cochabamba kenti yakınlarındaki bir askeri kışlaya baskın düzenleyerek, 200’den fazla askeri rehin aldı. Bolivya ordusu tarafından yapılan açıklamada silahlı grubun, birçok silah ve mühimmata da […]
-
03
İtalya’da mafya, Vatikan ve Mossad’ın karıştığı siber komplo hakkında bilinenlerİtalyan medya kuruluşları davayı, ‘mafya üyelerinin ve istihbarat servislerindeki yetkililerin yanı sıra Mossad da dahil olmak üzere yabancı istihbarat servislerini içeren en üst düzeyde bir komplo’ olarak nitelendiriyor. İtalya’yı sarsan büyük bir siber casusluk skandalı ülke sınırlarının dışına taşarak büyüyor. İsrail, Vatikan ve Rusya’yı da içine çeken hackleme ve bilgi sızdırma olaylarında İtalya Başbakanı Giorgia […]
-
04
ABD’liler seçim bahislerine 123 milyon dolar yatırdıKalshi’de bahis oynayanların çoğu eski başkan Trump’ın kazanmasını bekliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) başkanlık seçimlerine günler kala anket şirketlerinin ve medyanın yanı sıra bahis sitelerinde de hangi adayın kazanacağına dair ciddi bir tartışma yaşanıyor. En büyük ABD borsalarından biri olan Kalshi’ye göre, Amerikalılar başkanlık seçimleri için yasal olarak 123 milyon dolardan (4 milyar Türk Lirası) […]
-
05
Harris ve Trump arasında yarış: Seçime üç gün kala hangi aday önde?Seçimin galibini belirlemeye yönelik en yakın sonucu seçimlerin hemen ardından yayınlanacak sandık çıkış anketleri gösterecek ama çok sayıda anket firması ve gazetenin seçim tahminleri şimdiden yayınlanıyor. Milyonlarca Amerikalı, 5 Kasım Salı günü Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 47. başkanını seçmek için oy kullanacak. 2024 ABD başkanlık seçimlerinin, yakın tarihin en çekişmeli yarışlarından biri olması bekleniyor. Demokratların […]