Zeynep Altıok Akatlı: Kuyu tipi…

Zeynep Altıok Akatlı
@zeynabelle
“Yeni Türkiye” söylemiyle inşa edilmek istenen otoriter rejimin en karanlık yansımalarından biri, hukuk dışı uygulamaların kurumsallaşması olarak karşımıza çıkıyor. Bu kurumsallaşmanın en çıplak görünümlerinden biri ise kuyu tipi olarak bilinen yeni nesil tecrit hapishaneleri. Geçmişte “tabutluk”, “hücre tipi”, “F Tipi” gibi isimlerle anılan insanlık dışı uygulamaların bir devamı olan bu sistem, bugün daha sistematik, izole ve görünmez bir baskı mekanizması olarak bir süredir gündemde. Yalnızca hükümlüler değil, iddianamesi bile yazılmamış, hüküm giymemiş tutuklular — özellikle muhalif siyasiler, gazeteciler, düşünce insanları — “tehlikeli” damgasıyla bu karanlık çukurlara atılıyor.
Türkiye’de darbe dönemleri, düşünce suçları, siyasi tutsaklar tarihine baktığımızda “tecrit” uygulaması yeni değil. Özellikle 1980 darbesinden sonra yaygınlaşan tabutluklar, adını mahkûmların içine sığmakta zorlandığı, mezar boyutundaki hücrelerden alıyordu. Bir işkence örneği olan sistemin amacı, mahkûmları tecritten de öte bir baskıyla hem fiziki olarak hem de ruhen çökertmekti. 1990’larda hücre tipi cezaevleri yaygınlaştırıldı. Ardından 2000’li yılların başında F Tipi cezaevleri devreye girdi. Devlet, bu yeni cezaevlerini “modernizasyon” ve “güvenlik” gerekçesiyle savundu. Ancak sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları ve tutuklu yakınları bu uygulamaların aslında bireyleri yalnızlaştırma, sosyal ilişkilerini kesme, kişiliklerini zayıflatma ve teslim alma politikası olduğunu vurgulayarak uygulamanın yanlışlığına ve vicdansızlığına dikkat çektiler. Bu uygulamanın insan haklarına aykırı olduğunu haykırdılar. Mahkûmların direniş ve isyanı da ne yazık ki sayısı 10.000’lere varan güvenlik güçlerinin olağanüstü ve acımasız müdahalesiyle ülkemiz tarihinin utanç kayıtları arasına yerleşti. 30 kişi öldü, sayısız tutsak ömür boyu taşınacak sakatlıklar ve travma yanında elbette aileleri ve sevenlerine uzanan geniş ve onulmaz bir mağduriyetle baş başa bırakıldı. Bu sürecin ardından zaman içinde verilen yanlış bilgiler, yetki aşımları, görev kalkanıyla korunan ve cezasızlıkla ödüllendirilen nefret suçluları deşifre oldu. 2000 yılında 19 Aralık’ta düzenlenen “Hayata Dönüş Operasyonu”, F Tipi cezaevlerine geçiş sürecinde yaşanan en acı ve kanlı örneklerden biriydi.
“Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta… (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yok ettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.”
Ahmet Telli “Su Çürüdü” der bir bölümünü alıntıladığım bu şiiriyle. Susturulmak için esaretle cezalandırılan, vicdansızca işkence edilen, renkten, sesten, şiirden, insani olan kendilerini hayata bağlayacak her minik hazdan mahrum bırakılan ilk aydınımız değildir Ahmet Telli. Kötülüğün sınır tanımazlığında ‘ikindiyin saat beşte sardunyalar tutuklanarak’ şiire düşerler örneğin. Zalimin zulmüyle; inancın, umudun ve direnişin istenenin aksine güçlendiğini, bırakın tutsaklığı öldürülen aydınların sesinin dahi kısılamadığını, baskılı yılların kimseyi susturamadığını rüzgâra fısıldarlar. 60 darbesinden, 80’e ve baskının artık hukuku da eriterek rejimin ta kendisine dönüştüğü günümüze uzanan hak ihlâlleriyle bezeli süreç hiçbir acıyla, işkenceyle, katliamla yüzleşmeyi istemez. Çağa uygun yeni ve modern yöntemler keşfederek, bunları iftira propagandalarıyla normalleştirerek gücünü ve yerini pekiştirmeye kararlıdır. İşte şimdi Yeni Türkiye’de ekonomimiz gibi kötülük de şahlanıyor. Hani “Türkiye hiç bu kadar özgür olmadı” diyorlardı ya. Haklılıklarını göstermek için “80 darbesinin işkencecilerini yargılayacağız” diye çıktıkları yolda Sivas Katliamı’nın vahşi katillerini kişiye özel af talimatıyla salarak başladıkları özgürleştirme harekâtını Hizbullah, İşıd gibi suç örgütlerine mensup katiller başta olmak üzere hırsızı, uğursuzu sokağa bırakarak sürdürüyorlar. Bir yandan da tarihin bizleri hiç yanıltmadığı bir hınçla aydınları, sanatçıları, akademisyenleri, gazetecileri özetle beğenmedikleri herkesi kanıtı olmayan suçlamalarla, hükümsüz uzun yargı süreçleriyle – onlardan boşalan koğuşlara değil- kuyulara atıyorlar. Eleştirilen, karşı çıkılan o korkunç F tiplerini artık şükür hücrelerine evrilten yeni ve “modern” kuyu tipi hücreler var. Bu şükür durumu muhalefetin tutumunu, eylemliliğini bile tam da arzu edildiği gibi esir alıyor. Birçok hak ihlâlini normalleştiren, sıradanlaştıran iktidara “tutuksuz yargılansınlar” çağrısıyla seslenildiğinde yargılama halk gözünde normalleşiyor. Oysa asıl üzerinde durduğumuz masumiyet karinesi olmalı.
Bugün “kuyu tipi” olarak adlandırılan hapishaneler, fiziksel olarak da psikolojik olarak da önceki modellerden daha beter koşullar sunuyor! Tek başına tecrit edilen tutuklunun gün ışığına erişememesi amaç. 5 metrekarelik hücrelerde pencere yerine tavanda küçük bir ışıklık bulunuyor. Günde yalnızca 1 saat oksijen ve nefes hakkı verilmekte, o da diğer tutuklulardan tamamen yalıtılmış, bir sap yeşillik bile olmayan beton başka bir kuyuda. Bu tip hapishanelerde yatan mahkûmların görüş, telefon, avukatla temas gibi en temel haklara erişimi ciddi şekilde sınırlandırmalara tâbi. Gardiyanlara erişim bile göz teması olamayan elektronik ‘bas konuş’ yöntemiyle sağlanıyor. Tutsakların hücrelerinde her an her hareketleri kamerayla izleniyor. Bu özel hayatın gizliliğinin ihlâli ve taciz demek. Kitap, gazete, dergi gibi yayınlara, mektuplara erişim sınırlı. Geciktiriliyor ya da engelleniyor. Mahkûmlara psikolojik destek sağlanmıyor. Öte yandan derin yalnızlığa bağlı olarak ciddi zihinsel bozulmalar, sorunlar kayıtlara geçiyor. Bu koşullar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı. Kimin umurunda?
İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Uluslararası Af Örgütü ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği gibi pek çok kurum; kuyu tipi hücre uygulamasının işkence ve kötü muamele yasağını ihlâl ettiği, insan onurunu zedelediği ve en önemlisi kalıcı psikolojik etkilerle mahkûmların yaşam bağını kopardığı konusunda hemfikir. Bu kurumlar, Türkiye’yi sistematik tecrit uygulamalarından vazgeçmeye, yargılamalarda adil yargılanma ilkesini esas almaya ve cezaevlerini cezalandırma değil, topluma kazandırma merkezleri haline getirmeye çağırıyor. Ancak AİHM kararlarını yok sayan, İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası koruyucu hak temelli sözleşmeleri usulsüzce tek taraflı olarak terk eden iktidarın yeni ve bağımlı toplum yaratma kararlılığı, barışı da özgürlükleri de sadece uslu durana bahşetmeye devam edeceğini açıkça teyit eder nitelikte.
Geçtiğimiz hafta Ekrem İmamoğlu, Zeydan Karalar, Ahmet Özer, İnan Güney, Resul Emrah Şahan, Hakan Bahçetepe, Şükrü Genç, Buğra Gökçe, Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı için geçmiş dönem milletvekili olarak ziyaret talebim reddedildi. Oysa daha önce benimle aynı konumda olan vekil arkadaşlarıma izin verilmişti. Uygulamaya yeni “düzenlemeler” getirilmiş. Talimat kesinmiş! Artık sadece 28. Dönem vekillerine izin verilecekmiş. Hatırlayacaksınız geçmişte görev süresi devam eden HDP vekillerinin seçilmiş vekil ve belediye başkanlarını ziyaret etmesine izin verilmiyordu. Yani belki de bu durumu olağan görmemiz bekleniyor. İzmir milletvekili olduğum için İzmir’de tutsak olan Tunç Soyer, Şenol Aslanoğlu ve Mehmet Ali Çalışkan’ı ziyaretime olanak tanındı. Ziyaret günüm Mehmet Murat Çalık’ın sağlık kontrolü nedeniyle uyumlu olmadığından şimdilik kendisini ziyaret edemedim. Mehmet Murat Çalık başkanımızın ağır sağlık erişim ihlâli engellemenin önemli örneklerinden. İsmini saydığım ve saymadığım birçok belediye başkanı, bürokrat ve siyasi tutuklu iddianameleri hukuki dayanaktan yoksun siyasi hesaplaşma hesabı ve kaybedilen yerel yönetim bölgelerinde demokrasiye meydan okuyan kayyum çözümü hayaliyle F tipi ya da Kuyu tipi hücrelerde tecritteler. Gerekçesiz, hükümsüz bir tecrit ve taciz bu.
“Kardeşim
Aylardır hapiste
Ve yıllarca sürebilir bu
Çünkü o halkının omuz başına
Koydu omuzunu”*
İçerde arkadaşlarımız, yol arkadaşlarımız ve tanımadıklarımız var. Hatta ideolojik olarak farklı partilerde olduğumuz, kimi görüşlerine karşı durduğumuz ama hak ve özgürlük ihlallerine karşı yalnız bırakmayacağımız sayısız tutsak var. Hukuk devleti olmanın yolu adaleti ve insan onurunu esas almaktan geçer. Kuyu tipi hapishaneler, yalnızca içeridekileri değil, dışarıda kalan bizleri de susturmak, sindirmek, hizaya sokmak için kullanılan araçlar. Zulüm mekânla sınırlı kalmaz. Bu nedenle yalnızca içeridekiler için değil, toplumun tümü için bu cezaevi modeline karşı çıkmak vicdan borcudur.
*Ataol Behramoğlu
-
Han Ayvaz Adıgüzel: Bir çift selamına güveniyorum!
-
Saldırıya uğrayan gazeteci Hakan Tosun hayatını kaybetti
-
Mısır’daki zirvede ABD, Mısır, Katar ve Türkiye arasında imzalar atıldı
-
DSÖ: Her altı bakteriyel enfeksiyondan biri antibiyotiklere dirençli
-
Woody Allen’dan Diane Keaton’a veda: ‘Gülüşü her yeri aydınlatırdı’
-
Gazze’deki sağ rehineler ve çok sayıda tutuklu Filistinli serbest