Salı günü milyonlarca Amerikalı’nın ülkenin yeni liderini seçmek üzere sandık başına gitmesinden kısa bir süre sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 47. başkanının Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump olacağı kesinleşti.
Demokratların adayı Kamala Harris, başkan olmak için Seçiciler Kurulu’nda gereken 270 delegeyi elde edemezken, Demokrat Parti içinde ve kamuoyunda seçim yenilgisinin nedenlerine yönelik tartışma başladı.
Trump’ın iktidarında ABD’yi nelerin beklediği ise merak konusu.
İşte, ABD ve dünya siyasetinin en önemli konularında Trump ve Harris’in ayrıştığı ve benzeştiği noktalar:
Vergi kesintileri ve kredileri
Harris, kampanyası sırasında, çocuk bakımıyla ilgili vergi kredisini 2.000 dolardan (68.000 TL) 3.600 dolara (123.687 TL) çıkarmayı ve bunu kalıcı hale getirmeyi talep edeceğini söylemişti. Harris’in planı ayrıca, yaşamlarının ilk yılında çocuk sahibi olan orta sınıf ve düşük gelirli aileler için 6.000 (206.146 TL) dolara varan yeni bir çocuk vergi kredisi eklemeyi öngörüyordu.
Harris ayrıca, mevcut başkan Joe Biden’ın yılda 400.000 doların (13.743.078 TL) altında kazanan hiç kimseden vergi almama sözünü sürdüreceğini dile getirmişti. Harris’in planı 100 milyondan fazla Amerikalıya vergi indirimi sağlamaktı.
Trump ise ana hedeflerinden birinin, ilk döneminin en önemli başarılarından biri olan 2017 Vergi Kesintileri ve İş Yasası’ndaki kapsamlı vergi kesintilerini genişletmek olduğunu dile getirmişti. Zira halihazırda var olan bireysel gelir ve miras vergisi indirimleri gelecek yılın sonunda sona eriyor.
Trump konuyla ilgili bir konuşmasında, “Çalışanlara ve ailelere ekonomik rahatlama sağlamak için ek vergi kesintileri yapacağız ve bunları kalıcı hale getireceğiz,” demişti.
Konut krizi
Harris, ülkenin uygun fiyatlı konut eksikliğini gidermek için ilk kez ev sahibi olacaklara 25.000 dolara (858.955 TL) kadar peşinat desteği sağlamayı vaat etmişti. Bu kesim için 10.000 dolarlık (343.582 TL) bir vergi kredisi de sağlanması planlanıyordu.
Trump ise konut açığını hafifletmek için federal arazilerin kullanılmasından bahsetmişti. Bir basın toplantısında, “Konut inşaatı için federal arazileri açacağız,” ifadelerini kullanmıştı.
Fiyat kontrolleri
Hem Harris hem de Trump, Amerikalılar için bakkaliye ve diğer günlük ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını ele almaya odaklanmıştı. Ancak Harris bu konuda daha radikal bir vaatte bulunarak, şirketleri hedef alan ve market fiyatlarını düşürmeyi amaçlayan federal bir “fiyat sömürüsü yasağı” çağrısında bulunmuştu. Federal Ticaret Komisyonu’nun, fahiş fiyatlar belirleyen şirketlere ağır cezalar getirmesini talep edeceğini bildirmişti.
Harris’in bu yaklaşımı hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar arasında tartışma yaratmıştı. Demokratlar, 1970’lerde ABD Başkanı Richard Nixon’ın da uyguladığı bu planın işe yarayıp yaramayacağını tartışırken, Cumhuriyetçiler planı komünizmle eşleştirmişti.
Trump, Harris’i “komünist” diye niteleyerek bunu kampanyasının önemli bir parçası haline getirmiş ve “Yoldaş Kamala” diye tanımladığı Harris’in bu planını Venezuela ve Sovyetler Birliği’nde uygulanan politikalara benzetmişti.
“Ülkemizi mahvetmek istiyor. Yoldaş Kamala, felaket düzeyinde bir enflasyona neden olduktan sonra sosyalist fiyat kontrolleri uygulamak istediğini duyurdu. Bu komünisttir; bu Marksisttir; bu faşisttir.”
Gümrük vergileri
Trump’ın 2016’daki ilk başkanlık döneminde Çin’e yönelik ek gümrük vergileri koyarak başlattığı ticaret savaşı halen akıllardaki yerini koruyor.
Biden, Trump’ın önceki başkanlık döneminde getirdiği vergileri kaldırmamış ve hatta biraz daha artırmıştı. Ancak Trump, Çin başta olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki ülkeyle dış ticaret için gümrük vergileri getireceğini daha çok vurguluyor.
Trump, tüm ülkelerden yapılan ithalatlara en az yüzde 10’luk bir tarife, tüm Çin ithalatlarına da yüzde 60’ın üzerinde bir tarife eklenmesini istediğini dile getiriyor. Mart ayında, bir dönem daha kazanırsa ABD dışında üretilen tüm arabalara yüzde 100 yeni bir gümrük vergisi koyacağını da söylemişti.
Göçmenler
Harris, göçmenlik sisteminin “bozuk” olduğunu ve “kapsamlı bir reforma” ihtiyaç duyduğunu dile getirirken, uyuşturucu kaçakçılığını engellemek için tespit teknolojisini artıracak bir sınır güvenliği yasa tasarısını desteklediğini belirtmişti. Demokrat aday ayrıca, sınırlara 1500 güvenlik görevlisi eklemek istediğini aktarmıştı.
Öte yandan Harris, göçmenler için “vatandaşlığa giden kazanılmış bir yol” sağlamak gerektiği görüşünü de dile getiriyordu. Bu kapsamda istihdam temelli ve aile vizelerinin sayısını artırarak yasal göçü artırmak gerektiğini savunuyordu.
Trump ise yer yer ırkçılıkla suçlanmasına yol açan, çok daha katı bir göç politikasını benimsiyor. Askeri ve Ulusal Muhafızları kullanarak, “Amerikan tarihinin en büyük sınır dışı etme operasyonunda” milyonlarca belgesiz göçmeni sınır dışı etmeyi planlayan Trump, ABD-Meksika sınırında gözaltı tesisleri inşa etmek istiyor.
Katar merkezli gazete Al Jazeera’nin aktarımına göre, Trump, ABD’ye belgesiz gelen ebeveynlerin çocukları için doğum hakkı vatandaşlığına son verilmesini de talep ediyor.
Artan konut talebini, eğitim ve sağlık masraflarını göçe bağlayan Trump, öte yandan, ABD üniversitelerinden mezun yabancılara doğrudan yeşil kart önerilmesini istiyor.
Filistin krizi
Trump, 2020’de damadı Jared Kushner ile hazırladığı “Filistin Barış Planı” adlı planında iki devletli çözüm sunma iddiasındaydı. Ancak bu plan geleneksel iki devletli çözüm yaklaşımından önemli ölçüde farklıydı ve planı eleştirenler, bunu uygulanabilir bir çözüm olarak görmemişti.
Plan, bağımsız bir Filistin devleti fikrini içerse de bu devletin sınırları, güvenliği ve başkent durumu çok kısıtlayıcıydı. Filistinlilere önerilen devlet, parçalı bölgelerden oluşacak ve İsrail tarafından güvenlik kontrolü altında tutulacaktı. Ayrıca, başkent olarak önerilen yerler, Kudüs’ün dışındaki ve şehrin kutsal alanlarına erişim sağlamayan bölgelerdi. Bu durum, Filistinliler için kabul edilemez olarak görülmüş ve plan genel olarak bağımsız bir Filistin devleti oluşmasını zorlaştıran detaylar içerdiği için, pratikte “tek devlet” modeline yakın bulunmuştu. Trump’ın bu konudaki en ciddi ve en çok tepki çeken adımı ise Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaktı.
Bugün hem Filistin hem de Lübnan, son dönemin en gerilimli ve çatışmalı günlerini geçirirken, Trump, seçim kampanyası boyunca bölgeye barış getireceğine dair sözler verdi. Nisan ayında muhafazakar radyo sunucusu Hugh Hewitt’e verdiği röportajda Gazze’deki çatışma hakkında “Barışa geri dönelim, insanları öldürmeyi bırakalım,” demişti.
Ancak aynı zamanda, İsrail’e defalarca “işi bitirmesi” ve Hamas’ı yok etmesi çağrısında da bulundu.
Öte yandan Demokrat Parti de İsrail’e silah sevkıyatına yönelik kamuoyundan gelen durdurma taleplerini kabul etmedi. Bu yüzden birçok Filistinli ve Lübnanlı, iki partiye de mesafeli yaklaşıyor.
Seçimlerin öncesinde Al Jazeera’ye konuşan Batı Şeria’daki Ramallah’tan Wafaa Abdel Rahman, “Bir Filistinli olarak, iki seçenek birbirinden daha kötü. Bize Şeytan ile Şeytan arasında seçim yapmak gibi geliyor,” demişti.
“Trump kazanırsa, savaşın İsrail lehine daha hızlı ve daha şiddetli bir şekilde çözüleceğine inanıyorum. Harris ise halefinin başlattığını tamamlayacak ve böylece çözümsüz uzun vadeli bir savaşta kalacağız. Her iki durumda da sonuç Gazze için ölüm olacak, ancak ikinci durumda yavaş ve daha acı verici bir ölüm olacak.”
Demokrat Parti yönetiminde pek çok Ortadoğu ülkesinin arabuluculuk çabalarına rağmen kalıcı bir ateşkes sağlanamadı. Öte yandan Harris, Gazze’deki savaşı bitirmenin Filistinlilere güvenlik, özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı sağlayacağından söz etti.
İran ilişkileri
Ortadoğu’da ABD’nin uluslararası ilişkileri bakımından bir diğer krizli konu da İran’la ilişkiler. Kendisini usta bir pazarlıkçı olarak gören Trump, İran’ın nükleer programını sınırlamayı amaçlayan 2015 tarihli nükleer anlaşmasından kendi yönetimi döneminde çekilmişti. İran’a yönelik yaptırımları yeniden uygulamasına ve hatta bölgedeki İran’ın vekilleriyle ilişkileri denetleyen askeri komutan Kasım Süleymani’nin öldürülmesini emretmesine rağmen, Tahran’ın Ortadoğu’daki etkisini sınırlamayı başaramamıştı.
Biden’ın son dört yıllık yönetimi esnasında İran’ın, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini ilerlettiği, petrol ihracatını artırdığı da biliniyor. Aynı zamanda İsrail’e iki kez doğrudan saldırı düzenleyerek emsal hamlelerde bulunan Tahran, Hamas ve Hizbullah’ın da en büyük destekçisi.
Yine de Biden yönetimi, Trump’ın seçilmesinin Netanyahu’ya İran’ın nükleer tesislerine saldırma olanağı verebileceğini savunmuştu. Biden ve ekibi görevdeki son aylarda İsrail’in gerginliği tırmandırma kabiliyetini azaltarak bu riski engelleyebileceklerini söylüyor. ABD, geçen ay İsrail’e, Gazze’deki insani durumu iyileştirmemesi durumunda sonuçlara katlanacağı yönünde uyarıda bulunan bir mektup göndererek bunun için zemin de hazırlamaya çalıştı.
Tahran ise ABD’de kimin başkan olacağının kendileri için “fark etmeyeceğini” bildirdi. Devlet ajansı Tasnim, İran hükümet sözcüsü Fatemeh Mohajerani’nin iki ülke arasındaki politikaların genellikle aynı kaldığını vurguladı.
Ukrayna krizi
Demokrat Parti yönetiminin ikinci yılı olan 2022’nin şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçıların topraklarını istila etmesiyle başlayan savaş, ABD seçimleri öncesindeki en büyük tartışma konularından biriydi.
Biden yönetimi hem silah hem para desteği, hem de Rusya’ya yönelik yaptırımlarıyla Ukrayna’nın en büyük destekçilerinden oldu. Trump ise sıklıkla bu savaşın sorumlusunun Biden olduğunu, kendisi iktidarda olsaydı bunların hiç yaşanmamış olacağını söyledi. Ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e bazı övgülerde bulunurken, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenksiy’i de sık sık eleştirdi.
Eylül ayında Harris’le başkanlık yarışı için katıldığı televizyon tartışmasında Trump, Ukrayna’nın Rusya’yı yenmesi için destek vermede kararlı olduğunu söylemeyi reddetti. İlerleyen günlerde de Ukrayna’nın Moskova’ya “biraz taviz vermesi” gerektiğini savunarak, “Herhangi bir anlaşma, en kötü anlaşma bile şu anki durumdan daha iyi olurdu,” dedi.
Bu yorumlardan sadece birkaç gün sonra Trump, New York’ta Zelenskiy ile bir araya geldiğinde, “her iki taraf için de” iyi bir anlaşma sağlamak için çalışacağını vurguladı.
Yine de kamuoyunun önemli bir kısmı, sosyal medyada Trump’ın zaferinin Zelenskiy için bir yenilgi olduğu yönünde yorumlarda bulunuyor.
İklim
Harris ve Trump’ın politikaları arasındaki en büyük açılardan biri iklim krizi başlığında ortaya çıkıyor.
Harris, iklim değişikliğiyle mücadele için tasarlanmış yeşil girişimleri içeren Enflasyon Azaltma Yasası’nı geliştirmeyi ve ABD’nin iklim konusundaki liderliğini sürdürmeyi vaat etmişti.
Trump ise iklim kriziyle mücadele kapsamında dünya liderlerinin küresel ısınmayı 1,5 santigrat dereceyle sınırlama amacıyla imzaladığı Paris Anlaşması’ndan çekilmişti. Daha sonra Biden yönetimi anlaşmaya yeniden katılmıştı.
Trump’ın yeni dönemde de bu anlaşmadan çekilme ihtimali oldukça yüksek görülüyor. Seçimlerden önce Politico’ya konuşan kampanya sözcüsü Karoline Leavitt, siyasetçinin başkanlık seçimini yeniden kazanması durumunda ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan ikinci kez çekeceğini dile getirmişti.
Norveçli çevre ve iklim grubu Bellona da seçim sonucunun belli olmasının hemen ardından açıklama yaparak, “Donald Trump’ın seçilmesiyle ABD’nin artık 1,5 santigrat derece hedefine ulaşmak için küresel itici güç olmayacağı” ifade etti.
Çevre grubu, bundan sonra Avrupa Birliği’nin (AB) “iklim mücadelesinde küresel liderlik rolünü üstlenmesi” gerektiğini vurguladı.
Oslo merkezli örgütün kurucusu Frederic Hauge, yaptığı açıklamada, “AB önümüzdeki dört yıl içinde iklim, teknoloji geliştirme ve yeniden yapılanma için büyük ölçüde daha önemli hale gelecek,” dedi.
Kürtaj
Son dönemde ABD’deki çeşitli eyaletlerde yerel kanunlar uyarınca kürtaj haklarının askıya alınması ülke genelinde özellikle de kadın hakları savunucularının tepkisini çekiyordu. Bu nedenle Harris, seçim kampanyasının merkezine kürtaj haklarını koymuştu.
Harris, kürtaj erişimini anayasal güvence altına alan Roe v. Wade kararının geri getirilmesini savunuyordu. Bu karar 24 Haziran 2022’de Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilmişti.
Trump ise başkanlık kampanyası boyunca kürtaj konusunda tutarlı bir söylem tutturmakta zorlandı. Özellikle de iki yıl önce ülke çapında kürtaj hakkını ortadan kaldırmada rol oynayan üç Yüksek Mahkeme yargıcını ekibine aday gösterdikten sonra kadınların tepkisini çekmişti.
Bu yüzden de kampanyası süresince kadınları kazanmaya çalışarak, nihayetinde kürtaj hakları konusunu yerel eyaletlerin kararına bırakmak gerektiği söylemini benimsedi.