Han Ayvaz Adıgüzel: Cebinde beş akçe olmayanı vururuz!
Han Ayvaz Adıgüzel
hanayvazadiguzel@gmail.com
Söz doğru, bu parayı bulundurmayanı vuruyorlarmış. Osmanlı’da Sultan Abdulhamit zamanında karakollar, sultanın casusu merkezleriydi. Halktan oraya kim haber getiriyorsa para alıyordu. Karakollar çetelerle beraber çalışıyordu. Çete hırsızları caddelerin belirli yerlerine uyarı yazıları asmışlardı.
“Cebinde yirmi kuruş bulundurmayanı vururuz!”
Zamanla yoksul halk cebinde en az yirmi kuruş bulundurma zorunda kalmış. Borçlan ama o parayı cebinde taşı! Görüldüğü gibi tarih, akıl almaz hadiselerin yığınıdır.
Bir roman yazarı veya hikâye yazarı konu bulmakta zorluk çekiyorsa, sadece tarih okusun yeterlidir. Hayallere dahi gelmeyen nice hadiselerle karşılaşacaktır. Mesela; vatan savaşlarında cepheye asker yetiştirmek için çocuklar da askere alınıyordu. Kanun şu idi: “Yaşın önemi yoktur, en az kırk kilo olanları cepheye sevk edin!”
İslam tarihi yoksulluk tarihidir. İktidarların değil halkın yoksulluğu. Halk gezmek nedir bilmezdi. Biraz olsun uzak bir semte gidenler destanlaşırdı.
Müslüman halkta vatanseverlikten başka ümit verici hiçbir şey bulamazsınız. Yoksulluk ve çaresizliğin belasıdır bu!
Tarihte bir zamanlar Müslüman halkına; “yayılmış hafifler” deniliyordu. “Ümmet-i merhume” sözü de meşhurdu. Onların bilgisi olmaz ama malumatı olurdu.
Ezher üniversitesinin rektörü hatıralarında şöyle diyor: “Türklerin iki güzel huyu hoşuma gitti. Temizlikleri ve sükunetleri. Türkler bu hususta doğunun İngilizleridir!” Hatırat da ilginç bulduğum birkaç cümleyi daha yazmak istiyorum.
“Türkler İslam’ı dıştan anlarlar. Onların kalplerine İslam’ın ulaştığı az görülmüştür. Yapıp ettikleri kalmaz, sonra kalkar bir cami yaptırırlar ve böylece günahlarının af olacağına inanırlar!” Rektörün gözlemleri bu!
Acaba Arap ve Türk’ün karakterleri birbirlerine benziyor mu? Araplaşan milyonlarca Türk var, bu nasıl olur? Şunu da yazmam gerek: Ruhen Türkleşen Arap yoktur, Türkçe konuşan Arap vardır. O da yaşadığı ülkenin ulusal dili olduğu için.
Osmanlı Genel Kurmay başkanı Enver Paşa. Dindar bir insandı, dini hep kitaplardaki gibi görürdü. Ramazan’da koca Osmanlı Şeyhülislamını iftara çağırmış. Kendisi genel Kurmay başkanı. Peki, ya çağırdığı kim? Koca devletin Şeyhülislam’ı. Acaba bu sofra nasıl olur?
Sofraya sade bir mercimek çorbası getirmişler, bir güzelce yemişler. Şeyhülislam yemeyin devamını beklerken, Enver Paşa: “Hocam, teravih namazına gidecek misiniz yoksa burada mı kılalım” demiş.
Şeyhülislam: “Hele bir yemeğimizi yiyelim, düşünürüz.” Paşa: “Yedik ya” demiş. Şeyhülislam küplere binmiş. “Allah kahretsin orucumu berbat ettiniz. Estağfurullah, Estağfurullah diye diye evi terk etmiş. Zavallı paşa, şaşırmış kalmış.
Paşa paşa, koskoca paşasın. Anlamadın mı, halâ, demek ki din kitaplardaki gibi değilmiş. Şimdi Ozan şair Mahsuni Baba’nın dediğine bakalım.
“Dokunma dünyanın yalan keyfine/ Yuların boynuna dolamış gider.
Kimi kaymağını kimi yağını, kimi parmağını yalamış gider!”
Tarihçilerin dediği şudur: Osmanlı’da bir kültür yüzsüzlüğü hep kendini göstermiştir.
-
Özgür Özel: Hüseyin Gün itirafçı olmuş ‘Ben İngiliz ajanıyım’ demiş
-
Trump’tan, Katar’da ‘Gazze’ mesajı: ‘Gerçek bir barışa ulaştık’
-
Trump’ın himayesinde Tayland ve Kamboçya arasında ‘tarihi’ barış anlaşması
-
İrlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerini sol aday Catherine Connolly kazandı
-
İmamoğlu’nun ifadesi öncesi CHP Çağlayan’da miting düzenledi
-
Zeynep Altıok Akatlı: Hayatımız Güzeldir: Aydın olmak, aydın kalmak
