Hasan Kanaatlı: Deizm ve Panteizm Nedir? (I)
Hasan Kanaatlı
h.kanaatli@hotmail.com
ÖZET
Bu makalede deizm ve Panteizm ’in, özet bir şekilde tanımını yapacağız. Dayandıkları prensiplerden ve tarihinden söz edeceğiz. Müslümanlar içerisindeki deist ve Panteist alimlere işarette bulunacağız. Tevhit dini olan İslam’ın bu teorilerin karşısında vermiş olduğu cevapları kısa bir şekilde aktarmaya gayret göstereceğiz. Ayrıca bunların ilkelerini ve bunlara neden olan sebepleri ele alacağız. Daha sonra bu teorinin günümüz dünyasında nasıl bir seyir sergilediğinden bahsedeceğiz. Mümkün olduğunca dünya değerler istatistiklerinden bölge, cinsiyet, inanç ve kültürlere göre bunların yayılmasından rakamlar sunmaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler
Deizm, Panteizm, vahdet-i vücut, vahdet-i mevcut, İbn Arabî, Saadettin Konevi, modern teori, teorik felsefe, Allah’ı kabul ve dini ret vs.
Giriş
Deizmin Anlamı
Deizm Latince ’de “Tanrı” anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiş olup Grekçe ’de yine “Tanrı” anlamındaki Teos’tan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Deizm ’in ıstılahı manası ise; yetkin bir varlık olarak Tanrı’nın varlığına duyulan inanç, yaradancılık demektir. Vahyi, vahyin bildirdiği Tanrı’yı ve dini inkâr ederek, yalnızca akıl yoluyla kavranan bir Tanrı’nın varoluşuna inanmadır.[1]
16.yüzyıldan itibaren Hristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır.
Deizm kelimesinin ilk kullanılışlarından birine, Calvinci bir ilâhiyatçı olan Pierre Viret’ in “Instruction chrestienne” (Cenova 1564) adlı eserinde rastlanmaktadır. Viret bu eserinde, kendilerini ateistlerden ayırmak için deist ismini alan bir grup filozof ve edipten bahsetmiş, kimliklerini vermediği bu kişileri, Allah’a ve O’nun âlemi yarattığına inanmakla birlikte İsa Mesih’i ve Hıristiyanlık doktrinlerini inkâr eden ateistler olarak suçlamıştır.
Öfkeli reddiyelerle önceleri ateizm ile özdeşleştirilen deizm’ in günümüzde kazandığı anlamı ile tarifi, Dryden’in 1682 tarihli “Religio Laici” adlı şiirine yazdığı sunuş ile Samuel Johnson’un 1755’te neşrettiği “Dictionary” de görülmektedir. Bu metinlerde deizmin, herhangi bir vahyedilmiş dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmek, bununla birlikte O’nun ilim ve irade gibi sıfatlarını reddetmek, böyle bir varlığın âlemde tesirleri gözlenen veya tezahür eden hikmet ve inayetinin bulunmadığına inanmak, ahireti inkâr, hususi bir dine ait -Tanrı’nın varlığı dışındaki- bütün itikat esaslarını reddetmek anlamına geldiği belirtilmiştir.[2]
Aslında Deizm ‘in en yaygın manası Tanrı’yı kabul edip, dini ve vahiyle ilgili her şeyi reddedip aklı insanın dini, kilisesi, camisi kılmaktır. Tabi ki Deizm, diğer ideolojiler gibi tek tip kalmamış, farklı görüşler ortaya çıkarıp, kendi içinde birtakım bölünmeler yaşamışlardır. Bu ise yukarıda verdiğimiz tanımın dışına çıkan bazı Deist anlayışların da var olması demektir. Ancak Deizm’ in anlamı genel olarak yukarıda aktardığımız gibidir.
Deizm’ in Ortaya Çıkışı
17.yüzyılda kilisenin baskıcı tutumuna karşı bilimsel düşüncenin evrimi başlamış, bu da aydınlanma döneminin fitilini ateşlemiştir. Bu aydınlanmanın kökeninde Descartes’le başlayan eleştirel bakış açısı yatar. Aydınlanma düşüncesinin temeli, aklın işleyişini kilisenin boyunduruğundan kurtarıp, aklı özgür kılmaktır. Macit Gökberk bu dönemi:
– “Aydınlanma, insanın düşünme ve değerlemede din ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup kendi aklı, kendi görgüleri ile hayatını aydınlatmaya girişmesidir” şeklinde açıklar.
Kant ise söyle tanımlar:
-“Aydınlanma insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin-olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.”[3]
Aydınlanma dönemi, insanın doğa üstünden doğal olana, metafizik olandan fizik olana yöneldiği bir dönemdir. Bu dönemde bu yönelişin temelleri atılmış, buna mâni olan engeller ortadan kaldırılmıştır. Eğer bu yönelişe kilise engel olmuşsa kilise, Hristiyanlık dini engel olmuşsa o din, yönetim engel olmuşsa o yönetim sistemi değişime uğramıştır. Kısacası her şey insanın aklına yönelişinin rengini almış, aklı ön plana çıkarmaya endeksli tasarlanmıştır.
Kant’ın “Aklını kendin kullanma cesaretini göster!” ifadesi aydınlanmanın parolasıdır. Bu yaklaşım, aydınlanmayı geleneksel Hıristiyanlıkla çatışma içine sokmuştur. Vahye dayalı dinler, insanlara hayatlarındaki tüm önemli sorunlarda ihtiyaç duydukları bilgiyi, algı ve aklın veremeyeceğini savunur.
Aydınlanma filozofları, dinsel sorunlar konusunda aralarındaki tüm farklara rağmen geleneksel Hıristiyanlığa ve kiliseye karşı düşmanlıkta birleşmişlerdir. Bu dönemde insan merkezli bilim ve düşünce anlayışı ön plana çıkmış, metafizik merkezli din veya düşünce anlayışı ise gün geçtikçe önemini yitirmiştir.
Aydınlanmada sorun, din üzerine kurulu bir hayatta aklın yerini belirlemek değil, akla dayalı bir dünya görüşü içinde dinin yerini belirlemek biçimine dönüşmüştür. Bunun, aydınlanmanın dine karşı yürüttüğü düşüncenin arka planı olduğunu söyleyebiliriz.
Aydınlanmanın başta gelen din anlayışı “akıl dinidir”, “doğal dindir“. Bu da Hıristiyanlık âlemindeki mezhep ayrılıklarının üstünde kalmak, mezheplerin üstünde ve dışında bir “din doğrusu” arama yoludur. Mezheplerin üstünde ve dışında bir “din doğrusu” arama bütün din ve mezheplere hoşgörüyle yaklaşmakla mümkün olmaktadır. Bu hoşgörü anlayışının kökleri John Locke’un liberal düşüncesinde bulunmaktadır. John Locke’un din anlayışının, kendinden sonra gelen Aydınlanma dönemindeki “doğal din” anlayışını savunan filozoflara kaynaklık ettiği bilinmektedir.[4]
“Doğal din” insan doğasının özü olan akla uygun din demektir. Bunun karşısında olan ve Deizm ’in kabul etmediği din ise akla aykırı din anlayışıdır. Dolayısıyla Deizm ’de akıl dine değil; din akla uymalıdır.
Dine rasyonel yaklaşım ve Deizm hareketi en önemli gelişimini, aydınlanma döneminde İngiltere’de yaşamış ve İngiliz dini düşüncesini etkilemiştir.
Doğal teoloji ve deist özgür düşünmenin altın çağı olarak da adlandırılan bu hareketin İngiltere’deki en önemli temsilcileri şunlardır: Lord Herbert of Cherbury, Charles Blound, John Toland, Antony Collins, Matthew Tindal, Thomas Wolston, Thomas Chubb, Thomas Morgan, Lord Bolingbroke, Peter Annet, Shaffesbury, Mandeville.
Lord Herbert of Cherbury kendisini hiçbir zaman bir deist olarak tanımlamamıştır. Ancak takipçileri Lord Herbert’i “İngiliz Deizminin Babası” olarak görmüşlerdir.[5]
Deistlerin İlkeleri
Deistler kendi varlıklarını şu ilkeler üzerine temellendirmişlerdir:
- Tek bir Tanrı vardır (Çok Tanrıcılığa karşıdırlar).
- Tanrı, bütün bir entelektüel (ahlaki) değerlere sahiptir.
- Tanrı’ nın bu değerleri tabiatın düzeninde ifadesini bulur. Olayların düzeni O’nun inayetine işaret eder. Bunun dışında Tanrı’nın olaylara müdahalesinden söz edilemez. İnsanlar tabiatlarına uygun davrandıkları ve doğru seçim yaptıkları durumda hakikati bulurlar ve kendilerinden beklenen ödevlerini yerine getirirler.
- Tabiî hukuk, insanın ahlaklı bir hayat sürmesini gerektirir, dolayısıyla hukukun da kaynağını tabiatta aramamız gerekir.
- Tanrı’ya ibadetin en saf şekli, ahlaklı yaşamaktır. Tanrı insana ölümsüz bir ruh bahşetmiştir. İşte bu ölümsüz ruh ve adalet ilkelerinin karşılığında insanlar, dünyada yapıp ettiklerinin karşılığını görür. Ancak Cennet ve Cehennem yoktur ve ahiret alemi diye bir alemden de söz edilemez.
Bu beş şey, Deizm ’in dayandığı temel ilkelerdir.
Deizm ‘in Tarihi
Deizm ‘in tarihi Aristo’ya dayandırılır. (1) Aristo’ya göre Tanrı evreni yarattıktan sonra artık her şeyden elini çekmiş ve hiçbir şeye müdahale etmemiştir. Hatta İslam filozofları Aristo’nun fikirleri ile tanıştıklarında, onun Tanrı görüşünün “muharrik-i evvel” (ilk hareket ettirici zat) olarak tanımlamışlardır. Yani Tanrı, evreni yarattıktan sonra tek bir kere el atıp ona hareket verdi ve o günden itibaren evren yasalar üzerinden hareketini sürdürüp gitmektedir.
Newton da aslında böyle düşünüyordu ve o da şöyle diyordu:
– “Tanrı ile tabiat ilişkisi, saat tamircisi ile saat ilişkisi gibidir. Saat bazen bozulur, tamirci onu tamir eder ve sonra da elini çeker. Dolayısıyla Tanrı ne insanla ilgilenir ve ne de kainatla!”
Hatta Aristo’nun Tanrı tasavvuru; “kendi kendine düşünen ve kendisi dışında başkasıyla ilgilenmeyen bir Tanrı’dır.” Dolayısıyla Aristo’ya göre Tanrı’nın kendisi, hem “akıl” dır, hem “akleden” dir ve hem de “aklolunan” dır (hem düşünce hem düşünen ve hem de düşünülendir.) Yani Tanrı, yalnızca kendisiyle ilgilenmektedir. Onun Peygamber göndermesi ve vahiy indirmesi asla söz konusu değildir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz:
– “Deizm, Allah’ı inkâr etmez, inkâr ettiği şey Peygamber, vahiy ve Tanrı’nın insan ile konuşması meselesidir.”
Onlara göre Tanrı kâinatı yaratmış, yasalar koymuş ve ondan el çekmiştir. İlgilendiği tek şey kendisidir. (Bu, kendine göre bir felsefi akımdır!)
İslam Alemindeki Deist Alimler
İslam aleminde 9. asırda yaşamış bulunan önde gelen iki deist alimin varlığından da söz edilir. Onlardan birisi “Zekeriya er- Razi” dir. (2) Ölüm tarihi miladı 925 yılıdır ve Batı’daki aydınlanmadan hayli öncedir. Bilindiği üzere batıdaki aydınlanma 17’nci yüz yılda başlamıştır.
Ötekisi ise, Zekeriya’dan önce yaşamış olan “el-Ravendi” dir. (3) Bunun hem ateist ve hem de deist olduğu söylenir.
Bunların her ikisinin de iddiası şuydu:
– “İnsanların Peygamberlere ihtiyaçları yoktur. Tabiatın yasalarına dikkatli bir şekilde müşahede ettiklerinde, yasaları tespit edebilir ve kendi akıllarını kullanarak kendi yollarını çizebilirler!”
Deizm; Tanrı’yı Yer Yüzünden Kovma Çabasıdır
Deistlere göre Tanrı, aktif bir Tanrı değil, pasif bir Tanrı’dır. Tevrat’ta denildiğine göre Tanrı, Evreni 6 günde yaratmıştır, yedinci günde de istirahate çekilmiştir ve hala dahi istirahattedir. Hatta yedinci günde yorgun iken İsrail (Yakup Peygamber) ona güreşme teklifinde bulunuyor, o da kabul ediyor, güreşiyorlar ve Tanrı yenilgiye uğruyor.
Kuran-ı Kerim’e göre ise, Allah 6 günde kâinatı yarattı ve sonrasında ise istiva etti. “İstiva”; hem “istila” (işkal etme) hem de bütün varlığa “müdahil” olma manasındadır. Kuran’a göre Allah, asla istirahate çekilmedi. Allah uyumaz, O’nu uyku tutmaz ve کل یوم هو فی شان “O, her an, bir iş üzeredir.” (4)
Deizmin Ortaya Çıkış Nedeni
Deizm Latince’de “Tanrı” anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiş olup Grekçe’ de yine “Tanrı” anlamındaki theostan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Ancak XVI. yüzyıldan itibaren Hristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır.
Deizm kelimesinin ilk kullanılışlarından birine, Calvinci bir ilâhiyatçı olan Pierre Viret’nin, “Instruction chrestienne” (Cenova 1564) adlı eserinde rastlanmaktadır. Viret bu eserinde, kendilerini ateistlerden ayırmak için deist ismini alan bir grup filozof ve edipten bahsetmiş, kimliklerini vermediği bu kişileri, Allah’a ve O’nun âlemi yarattığına inanmakla birlikte İsa Mesih’i ve Hıristiyanlık doktrinlerini inkâr eden ateistler olarak suçlamıştır. Pierre Bayle tarafından hazırlanan “Dictionnaire historique et critique” (1697; İng. trc. 1710) adlı eserin “Viret” maddesinde onun deizmi yorumu vurgulanmış ve terim bu şekilde yaygınlaşma imkânı bulmuştur. Kelimenin az bilinen daha önceki bir kullanımına da Burton’un, “Anatomy of Melancholy” (1621) adlı eserinde rastlanmakta, bu eserde ateistlerle aynı kategoride değerlendirilen deistlerden söz edilmektedir.
Deizm, durup dururken ortaya çıkmış bir düşünce değildir. Özellikle de 17’nci asırdaki aydınlanma döneminde, bilim insanlarının tabiatın yasalarını keşfetmeye başlamasıyla, artık yavaş yavaş dinî inanç meselelerine yol verdikleri bir durumun sonucudur. Dolayısıyla modern bilimin gelişmesiyle ve bilimselciliğin ortaya çıkmasıyla birlikte, (onlara göre) Evrene müdahaleci bir Tanrıcılık tasavvurunun uygunsuzluğu ortaya çıktı. Böylece de “rasyonalizm” ve “bilimcilik” ile Tanrı’yı yer yüzünden kovma gereği hissedildi. 17’nci yy. dan itibaren de başta İngiltere olmak üzere aydınlar arasında yayılmaya başladı. (5)
Ünlü Deistlerden Bazıları
Lord Hermert of Cherbury (6)
Benjamin Fraklin (7)
Rene Descartes (8)
Jon Toland (9)
Matthew Tindal (10)
Jean – Jacgues Rousseau (11)
Deizm ’in Türleri
Samuel Clarke (12) 4 (dört) tür Deizm ’den söz eder. Biz Deizmin türlerini kısaca şöyle izah edebiliriz:
- Tanrı’nın hiçbir surette evrene müdahale etmediğine inanan Deizm türü. Bu, bizim Türkiye’de en bildik Deizm türüdür. Yani saat- tamirci ilişkisi üzerinden tanımlanan Deizm.
- Tanrı’nın kozmos aleme (evren) müdahil olduğunu, fakat insanın iradesi olan ahlaksal alana müdahale etmediğini kabul eden Deizm türü.
Bu tür Deizmi kabul edenler, Tanrıyı insanî ve ahlakî alandan kovup çıkaranlardır ve bu anlayış, Mekke müşrik anlayışının aynısıdır.
– “Onlara; Yeri ve gökleri…. kim yarattı? Diye sorarsan, “Allah” diyeceklerdir.” (13)
Yani müşrikler Allah’ın kozmos alemi (kâinatı) yarattığını kabul ederlerdi, fakat Allah’ın, insanın hayatına müdahale etmesine müsaade etmezlerdi.
- Deistlerden bir kesimi, ruhun ölümsüzlüğünü, Tanrı’nın ahlakî meselelere müdahalesini ve öteki dünya diye bir şeyin varlığını kabul etmezler.
- Deistlerden bir kesimi ise, Allah’ın gönderdiği dinî ve ahlakî öğretileri kabul ederler, fakat bunun Hıristiyanlık ile sınırlı tutulmasını reddederler. Yani dünyadaki başka dinlerde de Tanrı’nın iradesini gördüklerini öne sürer ve diğer kültürlerde de ahlakın bulunduğunu kabul ederler.
Bu kesim Deistlerin görüşlerinin bu şekilde olmasına neden olan şeyi şöyle açıklarlar:
– “Derler ki, Avrupa’da keşifler başlayınca ilk defa Avrupalılar, Amerikan, Afrika ve Asya kıtalarına gidiyorlar. Avrupalıların inançlarına göre ahlak, Kilise ’ye mensup olmaktır. Yani onlara göre ahlakî doktrini üreten Kilisedir. Dolaysıyla da ahlakın temsilcisi İsa Mesih, Papa ve Kilisedir.
Avrupalılar Siyam’a (Tayland) gidiyorlar. Fakat onların Hıristiyan olmadıklarını görüyorlar. Kimisi Budist, kimisi Birehmanist ve kimisi de totem inancına sahip kimselerdir. Ama aynı zamanda ahlaklı olduklarını ve alış-verişte dürüst davrandıklarını müşahede ederler! Bunların dürüstlükleri Avrupalıların zihinlerinde ciddi bir kırılmanın meydana gelmesine sebep olur. Derler ki, şayet ahlaklı olmak Hıristiyan olmak ile özdeş ise, peki bunların ahlaklarını nereye yerleştireceğiz.”
Diğer bir hikâye de şöyledir:
– “Kilise ‘ye göre kadın (Havva) Adem’i kandırıp o yasak ağacı yedirtmesinden dolayı, Allah ona ceza olarak doğum sancısı verdi.
Dediklerine göre Avrupalı Hıristiyanlardan keşfe çıkanlar, Amazon nehrinin kenarında yürüdüklerinde, yerli hamile bir kadını görürler. Kadının doğumu gelmiş, çömelip çocuğunu doğurmuş ve yıkayıp kucağına alıp yoluna devam edip gitmiş. İşte orada akıllarına; “şayet doğum sancısı Allah’ın kadına bir cezası olsaydı, peki bu Hıristiyan olmayan kadın niçin bu cezayı çekmiyor?” sorusu geliyor, böylece de bu keşifler Avrupalılarda kırılmalara sebep oluyor.”
Aslında Asya dinleri deist dinlerdir. Orta çağ döneminde deizm pek de fazla bir sorun teşkil etmiyordu. Fakat Batıda, modern çağda hem de bilim adamları ve aydınlar üzerinden toplumsallaşmaya başlayınca, sorun oluşturmaya başlayıverdi!
Deistlere şöyle bir soru yöneltilmektedir:
– “Bizler dini ve kutsal metinleri hayatımızdan çıkarttığımızda, ahlak ve ahlak yasalarını nereden temin edeceğiz?”
Cevaben şöyle diyorlar:
– “Bizler ahlak ve ahlakla ilgili yasaları doğadan bulacağız. Doğaya uygun davranmak, aslında ahlakî davranıştır. Doğa yasalarını da akıl bulup ortaya çıkarttığı için, aslında inanmamız gereken akıldır!”
Avrupa’da akıl, din ile tam olarak ilişkisini koparmamış, Tanrı’ dan pay almış bir melekedir. Dolayısıyla da Tanrı aklı, bizim içimize bir peygamber ve bir kitap gibi yerleştirmiştir. Biz ona da uysak, bu bize kurtarıcı olacaktır diye düşünmekteler.
Deizmin Sosyolojik Verileri
- Amerika’da yapılan araştırmalarda %33 civarında insanın Tanrı’ya inanmayıp, ama tam olarak kavrayamadıkları üstün bir gücün varlığından da söz ettikleri tespit edilmiştir.
- Hollanda’da “Tıvar” gaztesine göre %40 civarında Deist olduğu söylenmiştir.
- Türkiye’de ise Yıldırım Beyazıt Üniversitesinden Ali Ermiş’in 2010 yılında yapmış olduğu bir araştırmaya göre %3 civarında olduğu tespit edilmiştir.
Ebette Türkiye’deki “deizm”, bilinçli bir deizm değildir, İslam ve ahlakın yüksek seviyeden yaşanılmamasına dair rahatsızlıktan kaynaklanan bir tepkidir!
Ateizm: “Varlığın kendi kendine var olduğu” iddiasında bulunur.
Deizm ise: “Tanrı vardır ama, yaratma işini bırakmıştır, Tanrı insanla konuşmaz, insan kendi aklıyla yolunu bulabilir, ahlakî hayatını aklıyla tespit edebilir, peygamberlik bir tür sihir ve kehanettir” der.
İslam Peygamberi’ nin Nübüvveti ile İlgili Yapılan İtirazlar
Yahudi ve Hıristiyanlar şöyle İtirazlarda bulunurlar:
– “Muhammed’in (sav) nübüvveti meşru değildir. Yahudi ve Hristiyanlığı biraz daha genişletip kopya etmiştir.”
Dolayısıyla bunlar, vahyin kendisini eleştirmiyor, Hz. Peygamber (sav)’in nübüvvetinin meşruiyetliğine itiraz ediyorlar.
Pozitivist ve Materyalistlerin Nübüvvete İtirazları da şöyledir:
– “Nübüvvet akla uygun değildir. Çünkü bilginin kaynağı, aklın rehberliğinde tabiattan elde ettiğimiz bilgidir.”
Yani bilginin zemini ve potansiyeli tabiattır, fakat bilgiyi elde eden akıl veyahut da deney ve tecrübedir. Oysaki Kuran 300 ayete yakın yerde sürekli akletmekten söz eder (Tabi ki tabiata bakarak akletmekten söz eder!).
Yunan Felsefesi de şöyle bir itirazda bulunur:
– “Tanrı insanla konuşmaz. Dolayısıyla ne nübüvvet vardır ve ne de vahiy indirilmiştir.”
Asya dinleri ise, Allah’tan bahsedemedikleri ve onu bilmenin mümkün olmadığını ileri sürdükleri için, tabiatıyla vahiy ve nübüvvetten de bahsetmez ya da kabul etmezler.
Mekkeli müşriklerin itirazları şöyleydi:
– “Şayet bir Peygamber olması icap ederse, bunun insan olmaması gerekir. Çünkü insan Peygamber de bizler gibi yiyip içiyor, uyuyup geziyor. Olacaksa melekten Peygamber olmalıdır.”
Böylece bunlar bu sözleriyle insan denilen bu varlığı küçümsüyorlardı. Oysaki insan. Mükerrem/kaliteli bir varlıktır.
Ravendeci’ lerin itirazları da şuydu:
“Peygamber sihir ve kehanette bulunmuştur. Kuran ise çelişkiler ile doludur.”
Zekeriya er- Razici’ lerin itirazları da şöyledir:
“Vahye ve Peygambere gerek yoktur (aynen ateistler gibi diyorlardı ki) akıl kendi yolunu bulabilir!”
Ebu İsa el- Verrak’ ın (bu da İslam dünyasında önemli düşünürlerden biridir) itirazı da şudur:
“Vahiy bir tür sihirdir ona ihtiyaç yoktur.”
Aslında Deizm, Avrupa’nın aydınlanma çağında güçlenmiş bir düşüncedir. Çünkü aydınlanma çağı, Aristo felsefesinin referans alındığı bir dönemdir. Aristo felsefesinde de vahiy ve nübüvvet olmadığına göre, haliyle Deizm ön plana çıkmış, nübüvvet zayıflamıştır!
Vahyin İslam’daki Yeri
Vahiy ve Nübüvvet, İslam dininin temelidir. Yani dinî binanın en altındaki taştır. Yahudilikte “kavim”, Hıristiyanlıkta “İsa” ve Senevîlerde “nur” ve “karanlık” neyse, İslam’da da vahiy ve nübüvvet odur! Şayet (er-Razi, el- Ravendî ve el-Verrak gibi) nübüvvetin meşruiyetini ve vahyi sorgulamaya açar isek, bütün bir İslam binası çöküp gider. (Bugünkü Kuran tarihçilerinin yapmak istedikleri de budur.)
Deistlerin Dinler Hakkında Söyledikleri İki Şey
- Dinler aklı ihmal ediyorlar.
(Tabi ki bu sözleri haktır, fakat aklı ihmal eden din değil, dindarlardır. Tasavvuf, fıkıh ve kelamda olduğu gibi). Hıristiyanlık ve Kilise de özü itibariyle öyledir. Onların o günahlarının cezasını bütün dinler, özellikle de İslam dini hala ödüyor.
- Dinlere göre acaba Tanrı insanları eylemlerinden dolayı mı ödüllendirip ya da cezalandıracaktır, yoksa hiçbir eylemi (ameli) olmadan inayet üzerinden mi onlarla muamele edecektir? (Yani ameli iyi olsa, istediği taktirde onu cehenneme ya da kötü olsa istediği taktirde onu cennete koyup keyfi bir muamelede mi bulunacaktır?)
Calvin (Protestanlığın kurucusu Martin Luther’den sonra ikinci adamıdır) diyor ki:
– “İman varsa kurtuluş da vardır, eylemler çok da önemli değildir.”
Bunlar aynen İslam’daki Muaviye’nin icat etmiş olduğu (ya da belki de Hristiyanlardan aldığı) “Mürcie” ekolü gibidir.
Calvin bunu böyle deyince, Deistler buna da karşı çıkıyor ve diyorlar ki, “insan ancak kendi aklı ve eylemiyle kendini kurtarabilir. Salt bir inançtan dolayı kişinin kurtuluşu söz konusu değildir!”
(Deistler, bence bu iki hususta haklı gibidirler!)
Deistlerin, bir taraftan Tanrıyı hayatlarından kovup ya da sürgüne gönderip, diğer taraftan da şu soruyu sormaları hayli ilginçtir. Şöyle diyorlar:
– “Tanrı bu kadar merhametli ise, peki yer yüzünde bu kadar savaşlar oluyor, hastalıklar ve kıtlıklar baş gösteriyor, insanlar bu kadar acı ve sıkıntı çekiyor, bunlara neden Tanrı müdahale etmiyor?”
Deizm ‘in teologlarından biri olan Amerikalı Danılt Walş, “Tanrıyla Sohbetler” namındaki yazmış olduğu bir dizi kitaplarından birinde, Tanrı’dan aynen o soruyu soruyor. Tanrı da ona şu cevabı veriyor:
– “Ben, sizin inandığınız dünyaya müdahale etmeyen Tanrıyım.”
Onun bu sözünde aslında bir ironi vardır. Yani Tanrı olarak demek istiyor ki, “hem beni dünyanızdan kovdunuz hem de benden kurtarıcılık müdahalesi bekliyorsunuz!”
Gerçekte Batılı deistler şunu söylemek istiyorlar:
– “İnsanoğlunun geliştirdiği bilim ve ondan elde ettiği güç, aslında Tanrı’ya bir ihtiyacının kalmadığını gösteriyor.”
Fakat gerçek şu ki, Tanrısız bir dünya ya da Tanrısız bir hayat mümkün değildir. Eğer Tanrı yoksa, her şey mubah olur.
Deizme Yol Açan Sebepler
Deizme yol açan birçok sebepler sayılabilir, fakat onlardan en önemlileri şu dört sebeptir:
- Din müntesiplerinin din adına yaptıkları zulümler.
Bu kesimin din adına yaptıkları zulümler insanlara şunu söyletiyor: “Şayet bunların yaptıkları din ise, ben bu dini kabul etmiyorum. Tanrı bunu istiyorsa, bu Tanrıyı da istemiyorum. Şayet din bu rüşvetlere, hırsızlıklara, cinayetlere ve yolsuzluklara itiraz etmiyorsa, ben bu dini istemiyorum.”
- Din adamlarının ya da dindar gözüken siyasi, bürokrat, tüccar vs. kesimin istismarları.
Aslıda din istismarını gündeme getirenler haksız değillerdir, haksız oldukları şey, dini bu işin içerisine katmalarıdır. Örneğin adam kapitalisttir, yatı katı vardır, ama komünist partisindendir! Sendikacıdır. Bunlar her kesimin içerisinde vardır!
- Bazı dinlerdeki ağır şartlar ve şeriatın ağırlaştırılması.
Örneğin, özellikle de Yahudilikteki şeriat hayli ağırdır. Bu da Tevrat’tan değil, din adamlarının geliştirdiği şeriattan kaynaklanıyor. Yahudilerdeki “Talmut” denilen kitap (bizdeki fıkıh kitapları gibidir), çok ağır şeriat kurallarıyla doludur.
- Yerinde ve meşru olan bir dinî hükümden bazen insanların kaçması.
Mesela kişi zevkine ve özgürce yaşamına düşkün biridir, asla sıkıntıya gelmiyor ve onu sıkacak şey meşru ve ilahi hüküm de olsa ona katlanma havselesine sahip değildir. Kısacası; “adam imama bakıp camiyi terk ediyor.” İşte bu durum da deizmin doğmasına neden oluyor!
***
Panteizm
Panteizm’ in Anlamı
TDK (Türk Dil Kurumu) Panteizm kavramını şöyle açıklamıştır:
“Panteizm ya da tüm tanrıcılık, her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı’nın, Evren’in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür”.
Panteistler kişileştirilmiş ya da antropomorfik (İnsan biçimselliğindeki) bir Tanrıya inanmazlar. (14)
Batılıların “Panteizm” dedikleri bu düşünce, kimilerinin söylediklerine göre İbn-i Arabî’nin “Vahdet-i Vücut” görüşüne yakın bir görüştür! Panteizm görüşüne göre; Kâinat, aynı zamanda da Tanrı’nın kendisidir!
Bunların iddialarına göre, “Tanrı’nın dışında varlık ve varlığın dışında da Tanrı yoktur!” Bunlar, aşkın Tanrıya karşı, biraz daha içkin Tanrı’yı savunuyorlar.
Burada şunu da belirtelim ki, “vahdet-i vücut” kavramını telaffuz eden, İbn-i Arabî değil de Saadettin Konevi’dir. Onun üvey oğlu olan Saadettin, (15) hem onun öğrenciliğini yapmış ve hem de bu kavramı ondan alıp yaymıştır.
Saadettin Konevi güçlü bir alimdir, hatta İbn-i Arabî’den aşağı kalır bir tarafı yoktur da diyebiliriz! Maalesef Türkiye’de bile bu şahıs az bilinir. Bunun savunduğuna “vahdet-i vücut” değil de “vahdet-i mevcut” demek daha doğru olur!
Kısacası Panteizm, “evrenle Tanrı arasında ayrım yapmayan, özdeşlik varsayan bir inanç ve felsefedir.”
Bu düşünce, özellikle de 17’nci yüz yılın filozofu olan Baruch Spinoza’nın “Ethica” (Etika) sında belirttiği fikirlerle popüler bir düşünce haline gelmiştir. Spinoza’nın da esas reddettiği şey, Dekart felsefesidir. Dekart, insanı beden ve ruh (düalizm) olarak gördüğü için, bunlar arasında bir etkileşimi yok görüyordur. Düalizme bir reddiye olarak da Spinoza bu fikri yayıyor.
Panteistler, geleneksel Tanrı tasavvurundan 2 noktada ayrılıyorlar.
1- Panteistler kişisel bir Tanrı’ya inanmazlar, Antropomorfik dediğimiz “insan biçimselliğinde bir Tanrı” nın olmadığını düşünürler.
2- Tanrı’nın aşkın/müteâl olmadığını söylerler. Onlara göre Tanrı, evrende içkindir, ruhtur, dolaysıyla evrende olup biten bütün olayları Tanrı’nın içsel bir dinamiği olarak, içten kaynaklandığını söylerler. Yani evrensel bir güç olarak Tanrıyı kabul ederler.
Doğu dinlerinin tümü Panteist olmasalar bile, her zaman onların da Panteist özellikler arz ettiğini söylemek mümkündür. (Yoga gibi hareketleri yapmaları, aslında Tanrı’nın gücünü/dinamizmini kendinde toplama amaçlıdır!)
Bruno, (16) orta çağda Batıda böyle bir inanca ulaştığı için, Kilise tarafından cezalandırılıyor ve yakılarak öldürülüyor! Bizde de Hallac Mansur’un “Enel Hak” dediği için öldürüldüğü malum. Onun da Panteist olduğu söyleniyor. Fakat şunu da söyleyelim ki, her ne kadar Hallac’ın “enel hak” dediği için öldürüldüğü söyleniyor olsa da aslında mesele siyasidir! Yani o dönemde “Karmatiler” diye bilinen bu grup, mevcut iktidara karşı muhalif bir güçtü ve temel iddiaları da “hac yapmak gerekmez, yoksula yardım edersen haccetmiş olursun” gibi düşüncelerdi. Oradaki Ortodoks çevreleri de Hallaçtan memnun değildi. Onu susturmak istiyorlardı. Hallaç da cesur bir adamdı:
– “Evinde bir Kâbe maketi yap ve onun etrafında dön/tevaf et, oraya gitmek için harcadığın otuz bin dirhemi de yoksullara dağıt, bununla da bir hac ziyareti yapmış olursun” diyordu!
Onun bu sözünden yola çıkarak iktidar taraftarları onun da bir Karmati (17) olduğunu ve siyasi iktidarın muhalifi bulunduğunu, dolayısıyla da Sultanın bunu öldürmesi gerektiğini söylediler. Gerekçeleri de onun “enel hak” demesi ve bu kelimenin de küfür olduğunu ileri sürmeleri oldu ve öldürüldü.
İbn-i Arabî’ nin düşüncelerinde (ki, Japon asıllı ilim adamı İzutsu da bunu söylüyor) tam bir Panteizm söz konusu değildir! Ona nispet edilen “Vahdet-i Vücut” teorisinden Panteizmi çıkarmak mümkün gözükmüyor.
Aslında İslam düşünürleri varlığı ikiye taksim etmişlerdir, biri “vahdet-i vücut”. Yani varlığın tek oluşu. (Bundan Allah’ı kastederler! Zira Müslüman filozoflara göre gerçek anlamıyla tek varlık vardır ve o da Zat-ı Akdes-i İlah’dır.) İkincisi ise “vahdet-i mevcut” tur. Yani Allah’ın sonradan vücuda getirdiği varlık. Allah’ın dışındaki varlıklar da tektir, yani tümü O’nun tarafından var edilmiştir ve bunlar, sonu bulunan (nihayeti olan) varlıklardır!
İslam düşünürlerince de Tanrı’nın zatı bilinmez, zatı itibariyle Tanrı aşkındır, ancak sıfatları (yani karakterleri) itibarıyla bilinebilir.
Tanrı için “esmai’l hüsna/güzel sıfatlar” diye 99 tane sıfat belirlenmiştir. Bunların tümü Tanrı’yı tanıtan ve O’nun sahip olduğu karakterleridir! Bizler Tanrı’yı bu karakterleriyle tanırız! Bu sıfatlar, Tanrı’nın yarattığı ve elinden çıkarmış olduğu evrende izdüşümüler şeklinde karşımıza çıkarlar. Kısacası Tanrı, zatıyla aşkın ve sıfatıyla içkindir! Dolaysıyla İbn-i Arabî hem aşkın ve hem de içkin bir Tanrı’dan bahseder!
Sofular da Tanrı’yı tarif ederken şöyle bir sıralama yaparlar: Önce “La İlahe İllallah” (Allah’tan başka İlah yoktur) derler. İkinci olarak: “La Mevcude İllallah” (Allah’tan başka hakiki, kendi başına, varlığı kendinden olan ve kendi kudretiyle, kendi gücüyle ayakta duran başka bir varlık yoktur!) Üçüncü aşamada da: “La Maksude İllallah” (Allah’tan başka yönelinebilecek ve amaç edinilebilecek varlık yoktur!) İbn-i Arabî de bu sınıfın filozoflarından (yani hem sofu ve hem de filozof olduğuna göre) onun hakkında Panteist olduğunu söylemek doğru değildir!
Panteizm ile ilgili son olarak şunu söyleyebiliriz:
-“Spinoza’nın savunduğu düşüncenin, Müslüman düşünürlerin savundukları “vahdet-i vücut” u vurgulamak istediğini söyleyebiliriz. Fakat bu bir tahmindir, gerçeğini Allah bilir! Müslümanların “vahdet-i vücut” tan amaçlarının Panteist bir düşünce olduğunu söylemek ise, zor gözüküyor!
SONUÇ
Buraya kadar anlattıklarımızdan şunları anladık
- Aslında “deizm”, Allah’ı yeryüzünden kovma çabasıdır! Buradan hareketle, biz Müslümanların da böyle bir hataya düşmememiz için, bizlerin düşüncesinde Allah ile kulun ilişkisi, velayet ve kulluk ilişkisi üzerinden devam etmelidir!
- Allah’a ve ahirete imandan sonra, salih amel de yapılmalıdır, Yer yüzü elbette ki cennet değildir, iyiler ve iyilikler olduğu gibi, kötüler ve kötülükler de sürekli olacaktır. Önemli olan iyilik ya da kötülükleri bir yerlere refere edip ona göre saf belirlemek değil, iyilikleri yapıp kötülükler ile mücadele etmektir. Çünkü dünya sınav dünyasıdır, yalnızca saf belirleme dünyası değildir! Bu hususta İmam Ali (as)’ın bu sözü ışık tutucudur:
– “Önce hakkı öğrenip, sonra da ehlini tanıyacaksın.”
Yani kişilerle hakkı değil, hak ile kişileri tanıyacaksın.
- Batılılar kilise ve Papaların hatalarını görünce, o hataları -haşa- Allah’a ve dine mal ettiler! Böylece de deizmi ve ateizmi ortaya çıkardılar! Oysaki din ile dindar ve din ile dini dünyalıklarına dükkân yapanlar, ayrı şeylerdirler. Biz Müslümanlar, Batılıların düştükleri hataya düşme yerine, doğrular nedirse onları ortaya koymamız gerekiyor. Şayet doğrular ortaya konulmaz ise, insanlar sanki bu yanlışlar dinin tabiatından kaynaklanıyormuş diye düşünüp deizme kayabilirler. Din doğruluktur, ahlaktır, haktır. Dini istismar edenlerin faturaları dine kesilmemelidir!
- Yukarıda da izah ettiğimiz gibi deizme yol açan sebeplerin en başında gelen şeylerden birisi, dini koruma adına ortaya çıkan din adamlarının ve din müntesiplerinin, o din adına yaptıkları zulümlerdir! İnsanlarda bunların işledikleri bu haksızlıklara baktıklarında, ister istemez onların davet ettikleri dini bir türlü içselleştirememekte ve vicdanlarına kabul ettirememekteler. Dolayısıyla da bizlerin, bu tür eğilimlere sebebiyet vermememiz için, dünyayı vatan, insanları kardeş, iyiliği, dürüstlüğü ve ahlakı da din edinmemiz gerekir!
- Panteizm düşüncesi, hak ile batılı birbirinden ayrıştırmayan bir düşüncedir. Bu düşüncenin temeli çok eskilere dayanmasıyla birlikte 17’nci asrın Filozofu Sipinoza’ nın “Etika” isimli esrinde belirtmiş olduğu fikirlerle popüler bir hal almıştır. Bunların da ortaya çıkmasına sebep olan şey, diyebiliriz ki aslında Hristiyan ve Yahudi teolojisidir.
- Panteistler, biri doğru diğeri yanlış iki görüşe sahipler. Doğru görüşleri Antropomofrink dediğimiz “insan biçimselliğinde bir Tanrı” yı kabul etmemeleridir. Yanlış olan görüşleri ise, Tanrı’nın aşkın olmadığını söylemeleridir. Bunlara göre Tanrı evrende içkindir ve bir ruhtur.
- Doğu dinlerinde de tümüyle olmasa da kısmen Panteist izlerinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Yugo gibi hareketlerin oralarda yaygın olması, aslında Tanrı’nın gücünü kendinde toplamaktır!
- İbn-i Arab’ı’nin de bir Pandeist olduğunu söylemek, onun düşüncelerini iyi kavrayamamaktan ileri gelir!
Bu iki kavramın önünde en güzel bir şekilde duran İslam, Tevhidi görüşüyle mensubu olduğu toplumu asla bu türden sapkınlıklara meyletmeğe müsaade etmemiş ve fırsat vermemiştir.
Kaynakça:
- Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Mart 2018. Vahdettin Başçı. S.1, Deizm Kavramı ve Ortaya Çıkardığı Problemler.
- İslam Ansiklopedisi, Deizm bölümü, müellif; Hüsamettin Erdem.
- İslam Ansiklopedisi, İbnü’r-Ravendi, Ebü’l- Hüseyn Ahmed b. Yahya b. Muhammed b. İshak er-Ravendi, (ö. 301- 913-914)
- Rahman: 29
- İslam Ansiklopedisi, Deizm. Müellif: Hüsamettin Erdem
- Lord Herbert of Cherbury (1583-1648), bazı düşünürler tarafından “deizmin babası”, “deizmin büyük patronu”, “döneminin ilk dikkat çeken deisti” gibi ifadelerle nitelendirilmiştir. Bununla birlikte Hudson’a göre Herbert’ın deist olduğuna dair kesin bir kanıt yoktur. Zira onun eserlerinde deist ve deizm kavramlarına rastlanmaz. Ancak o, muhtemelen Rönesans natüralistlerinden Jean Bodin’in (1530–1596) görüşlerinden etkilenmiştir. Zaten Bodin de
insanın kurtuluşa ermesi için aklını kullanmasının yeterli olduğunu düşünüyordu. Herbert’ ın deizm ile olan ilişkisinin ne olduğu hakkında kesin bir görüş olmamasının nedeni, deizm terimine belirgin bir anlam vermenin zor olmasından kaynaklanır.
Le Rossignol’un belirttiğine göre, Herbert’ ın benimsediği deizmin içeriğini, Samuel Clarke’ın da onayladığı şu ilkeler oluşturur:
-Tek ve yüce olan Tanrı’ya inanmak ve O’na kulluk etmek. Tanrı’ya kulluk ise ahlaklı bir yaşam sürmek ve Tanrı’ya saygı göstermektir.
-Günahlar için tövbe etmek ve ölümden sonra ödül ve cezanın olduğunu kabul etmek gerekir.
Herbert’ a göre dinin tamamı bu ilkelerden ibarettir. Le Rossignol, rasyonel teologların bu ilkelerde herhangi bir kusur bulamadığını da ekler.
Herbert, Çiçero’ nun gerçek dinin esasının iyi ve erdemli bir yaşamdan ibaret olduğu görüşünü benimsemiştir. Ayrıca o, asli günah fikrini de reddetmiştir. Yine, Tanrı’nın merhametli olduğuna ve dolayısıyla insanları, makul olana göre yargılayacağına inanmıştır.
Herbert için gerçek din, birtakım teorilerden değil, ahlaki davranışlardan oluşmaktaydı. Herbert, deizmin ahlaki ya da pozitif tarafını temsil eder. (Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, s. 5, 19/2 (Eylül 2019): 615-642. İlk Deistlere göre Deizmin Temel İnançları, Mehmet Akif ALTUNIŞIK)
- Benjamin Franklin, (1706-1790) Amerikalı yayımcı, yazar, kâşif, bilim adamı ve diplomat. 17 Ocak 1706’da Boston’da doğdu. 17 Nisan 1790’da Philadelphia’ da öldü. On yedi çocuklu bir sabun ve mum imalatçısının onuncu oğluydu.
On yaşında okulu bıraktı. 12 yaşındayken basımevi yöneten ve liberal bir gazete yayınlayan ağabeyi William’ın yanına çırak olarak girdi. Basımcılık mesleğini öğrendi ve edebiyat çalışmalarına başladı. 1730’da Philadelphia’ da bir basım evi ve gazete kurdu. Poor Richard’s Almanac’ı (Fakir Richard’ın Almanak’ı) yayınlamaya başladı:1732-1757 yılları arasında yönetmenliğini yaptığı Almanac’da Richard Sounders imzasıyla yazılar yazdı. Siyaset, felsefe, bilim, iş ilişkileri gibi konuların tartışıldığı Junto adlı bir kulüp, kütüphane, hastane ve yangına karşı sigorta şirketi kurdu. Basımevlerini çoğalttı.
Franklin 1736’da Philadelphia meclis sekreteri oldu ve siyasete atıldı. 1750’de Pennsylvania meclisine seçildi, arazi vergisine karşı olan büyük ailelerle mücadele etti. İngiliz Amerikası postalarının genel müdürlüğüne getirildi. Posta servisinde çeşitli düzenlemeler yaptı. Özellikle elektrik olaylarıyla ilgili araştırmalar yapan Franklin, elektrik yüklerindeki artı ve eksi uçlarını keşfetti ve elektriğin korunumu ilkesini ortaya attı. Fırtınalı bir havada uçurtma uçurarak gerçekleştirdiği deneyi sonunda şimşeğin elektriksel ()! olay olduğunu keşfetti. Elektrikten etkilenmeleri sebebiyle kendisinin kurtulmasına rağmen iki yardımcısının öldüğü bu deneyden yola çıkarak paratoner’i (yıldırımsavarı) keşfetti. Güneş ışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını başlattı.
1757’de Kuzey Amerika Sömürgeler isyanının başlangıcında sömürgelerde yaşayanlar Franklin’i, şikayetlerini Londra’ya iletmekle; 1765’te de damga resmi kanununa karşı itirazları Lord Grenville’e bildirmekle görevlendirdi. 1772’de Massachusetts Valisi Hutchinson’un sömürge halkına karşı hakaretlerle dolu mektuplarını ele geçirerek yayınladı. Sömürge halkı karşısındaki itibarı arttı. Amerikan Kongresine milletvekili seçildi. 1776’da Thomas Jefferson ve John Adams ile bağımsızlık bildirgesini hazırladı. Eylül 1776’da kongre, ekonomik ve askeri yardım istemek üzere aralarında Franklin’in de bulunduğu üç kişilik bir komisyonu Fransa’ya gönderdi. Franklin, Fransız dışişleri bakanı Charles Gravier ile görüşmelerinde çok başarılı oldu. 1775-1783 Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonunda İngiltere ile barış görüşmelerini sürdürmek üzere seçilen diplomatlardan birisi olarak İngiltere’ye gitti. İngiltere ile barış antlaşmasının imzalanmasından sonra 1785’te Amerika’ya döndü. 1787’de Philadelphia Anayasa Kurultayının çalışmalarına katıldı. Bir müddet sonra da öldü. (Kim kimdir. gen. tr.)
- Rene Descartes 1596 yılında doğdu. 1604-1612 yılları arasında Cizvit öğrencisi olan Descarter, bu dönemde eski edebiyat ve matematik eğitimi aldı. 1618-1629 yılları arasında seyahat ederek geçiren Rene’ nin bu dönemki hayatı aynı zamanda bazı görüşlerinin şekillenmesinde çok önemli pay sahibi oldu. Felsefeye yönelme tarihi de işte bu dönemin başlarına (1619) rastlar. 1629’da Hollanda’ya göç eden filozof, yeni bir felsefe geliştirmek amacındadır. Hollanda’da kaldığı süre içinde üç defa Fransa’ya -kısa olmak kaydıyla- yolculuk yapar. Bu yolculuklardan birinde Pascal ile tanışır ve ona “boşluk üzerine deney” yapmasını tavsiye eder.
Büyük bir değişimin arifesindeki Avrupa’da hayatını sürdüren Descartes, 1633 yılında Galilei’nin mahkûm edilmesi üzerine biraz kenara çekilmek istese de Aristotales yandaşlarının, Fransız Cizvitlerinin ve Hollanda’daki Protestan yöneticilerin şiddetli saldırılarına maruz kalmaktan kaçamaz. 1642 yılında eserleri üniversitelerde okutulması yasaklanır. Gerekçesi ise, “çünkü, bir kere bu felsefe yenidir ve sonra, gençliği eski ve sağlıklı felsefeden uzaklaştırmaktadır…”
1649 yılında Hollanda’dan ayrılan Descartes, Kraliçe Chiristina’ nın daveti üzerine İsveç’e gider. İklimin sertliği sebebiyle hastalanır ve bir ciğer iltihaplanması sonucunda Şubat 1650’de ölür. (Kim kimdir.gen.tr)
- John Toland, 1660 yılında İrlanda’da Redcastle’da dünyaya gelmiştir. 1722 yılında Londra yakınlarında hayata gözlerini yummuştur. Ailesi Katolik’ti ve bu inanç sistemi içinde yetiştirilmişti. Fakat o önce Anglikan Kilisesine, sonra da Presbiteryen Kilisesine geçmiştir. Burada da aradığını bulamayan Toland, Socianism (rasyonalist teolojik akım) ile ilgilenmiş, ancak gittikçe Panteizme (ya da deizme) doğru kaymıştır. Toland sırasıyla Glasgow, Edinburgh, Leyd ve Oxford Üniversitelerinde eğitim görmüştür. İlk eseri Hristiyanlık Gizemli Değildir başlığını taşır. Gizemsiz bir Hristiyanlığı savunduğu bu eserine Katolik ve Protestan Hristiyanlar büyük bir tepki göstermişlerdir. (Felsefe.gen.tr. john-Toland- kimdir. Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım)
- İngiliz deizminin ünlü ismi Matthew Tindal 1653-1733 yılları arasında yaşamıştır. Babası Papaz olan Tindal, varlıklı bir ailenin iki oğlundan birisidir. 1670’lerde Oxford’a girmiş, hukuk eğitimi görmüştür. 1678’de Üniversitenin en önemli kolejlerinden biri olan All Souls College’de araştırmacı olarak göreve başlamış ve 1865’te doktorasını tamamlamıştır. Tindal’ın Hristiyan bir deist olduğu bilgisine pek çok kaynakta rastlanır. (Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm. S.16, Meryem Kardaş)
- Jean- Jacgues Rousseau (1712- 1778) Canova’da doğdu. Annesi doğumundan birkaç gün sonra öldü. Babası bir saat ustasıydı. Kendisine babasının yakını bir kadın bakmıştı.
Jean- Jacgues Rousseau, özellikle siyaset, toplumsal özgürlük, haklar, eğitim, din üstüne yazılarında geliştirdiği düşüncelerle tanınan İsviçre doğumlu Fransız filozof, denemeci, müzikbilimci ve romancıdır. (Felsefe.gen.tr.)
- Samul Clarke, İlk Deistlere Göre Deizmin Temel İnançları, db-619, Mehmet Akif Atınışık.)
- Ankebut:61
- TDK (Türk Dil Kurumu) Panteizm kavramı
- TDV İslam Ansiklopedisi. Konevi’nin dul olan annesi ile evlendiği kaydedilmiştir, dolaysıyla da onun üvey evladı olmaktadır.) Lamiî, s. 632 (İbn-i Arabi’nin Saadettin Konevi’nin dul annesiyle evlenip evlenmediği meçhul iken, fakat onun üvey babası olduğu kaydedilmiştir).
16-Giordano Bruno, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 4.cilt (Milliyet basımı) s.1955
17-Karmati, Genel kabule göre Karmatiler, 255 (869) yılında Abbasilere karşı düzenlenen Zenc isyanı sırasında ortaya çıkmışlardır. Kurucusu Hamdan b. Eş’as Karmata (ö. 293/906) dır. Bu şahsın İsmaili grubundan olduğu söylenir. Geniş bilgi için bkz. Dünya Dinleri ve İnanç Mezhepleri Tarihi, s.228-233. Hasan Kanaatlı
[1] Cevizci, Ahmet, “Deizm”, Felsefe Sözlüğü, Pradigma Yayınları, İstanbul, 2002. s 255
[2] HÜSAMEDDİN ERDEM, “DEİZM”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/deizm (17.08.2021).
[3]Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s.325.
[4]Vahdettin Başcı, “Deizm Kavramı ve Ortaya Çıkardığı Problemler”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Mart 2018 22(1): 34-35.
[5]Başcı, “Deizm Kavramı ve Ortaya Çıkardığı Problemler”, s. 35.
-
Özgür Özel: Hüseyin Gün itirafçı olmuş ‘Ben İngiliz ajanıyım’ demiş
-
Trump’tan, Katar’da ‘Gazze’ mesajı: ‘Gerçek bir barışa ulaştık’
-
Trump’ın himayesinde Tayland ve Kamboçya arasında ‘tarihi’ barış anlaşması
-
İrlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerini sol aday Catherine Connolly kazandı
-
İmamoğlu’nun ifadesi öncesi CHP Çağlayan’da miting düzenledi
-
Zeynep Altıok Akatlı: Hayatımız Güzeldir: Aydın olmak, aydın kalmak
